Ortaöğrenimle ilgili herhangi bir şeyin çarpıklığı anlatılacaksa ilk akla gelen örnek hep şudur; Kurbağanın iç organlarını öğrenmek gerçek hayatta insana ne sağlar?

Ortaöğrenimle ilgili herhangi bir şeyin çarpıklığı anlatılacaksa ilk akla gelen örnek hep şudur;
Kurbağanın iç organlarını öğrenmek gerçek hayatta insana ne sağlar?
Bu basit sorudan vurgulanmak istenen bizde orta öğrenimin kötü, anlamsız ve gereksiz bilgiler ile dolu, çarpık ve akılda kalması imkânsız detaylar ile kaplı bir çerçeveye sahip olduğudur. Kısmen doğruluğuna katılmamak elde değil.
Üniversitede durum farklı mıdır? Hayır. Bizdeki üniversitelerin çoğu aslında birer “yüksek lisedir”. Dolayısıyla öğretim de aynı şekilde devam eder. Üstelik öğrenci genelde isteksiz ve bir öğrenme “talebi” içerisinde değildir. Aralarından çok azı niçin orada olduğunun bilincindedir. 16-18 yaşlarında, hayatının tam bahar aylarını tatmak isteyen, biyolojik anlamda büyük bir değişimden yeni çıkmış gençleri (yani kaba tabirle buluğ çağından) dev bir karar içeren korkunç bir sınava sokmak ta zaten olacak iş değildir.
Diğer taraftan isteksiz ve mesleğine sahip çıkmayan öğrenci ona bir şeyler anlatmak isteyen bir öğretmen ya da öğretim üyesi için de heves kırıcı, moral bozucudur. Bu kısır döngü uzun süredir devam etmektedir.
Verdiğim dersler birbirinden zor olduğundan çoğunlukla öğrencinin sıkılmaması için pek çok değişiklikler yapmak zorunda kalırım. Matematik ağırlıklı biyoloji ve en kötüsü sistematik.
Bırakın kurbağayı çocukların çoğunun varlığından bile haberi olmadığı mikroskobik omurgasız hayvanların Latince bilimsel isimlerini öğretmek gerçekten zorlu bir süreçtir. Çoğu bu dersin ezbere dayalı olduğunu düşünür, büyük bölümü üşenmeden kaç hayvanın ismini ezberlemek zorunda kaldığını sayar. Değişik rakamlar her yıl önümdedir. Bu rakam 500’den 10.000’e kadar radikal değişim gösterse de durum değişmez.
Sistematik zor bir derstir. Tüm Dünyada biyoloji öğrencilerinin ortak kâbusudur. Tüm bu nedenler yüzünden dersime genelde şu sözcükle başlarım.
Arkadaşlar. Ben bir sistematikçiyim ama bugüne kadar hiç Latince isim ezberlemedim.
Şaşırırlar. İnanmazlar.
Oysa bu tamamen merak ile ilgilidir. 1998 yılında Türkiye Kupası’nı kim aldı diye sorsam birileri hemen söyler. Galatasaray’ın ilk 11’ini bir çırpıda sayanlar çoktur. Çeçe sineğinin Latince bilimsel adı da benim için öyledir.
Biyoloji en iyi üç yol ile öğrenilir. Doğada, koklayarak, dokunarak, tadarak dolaşmakla, sürekli okumakla ve doğa tarihi müzelerinde görsel malzemeyi izlemekle. Türkiye flora ve faunası açısından Dünya’nın en önemli yerlerinden birisidir. Türkiye’nin halen bir Doğa Tarihi Müzesi yoktur. Bazıları bu müzeleri içi doldurulmuş hayvanlar ile dolu depolar zanneder. Oysa bu müzelerde fosillerden, meteorlara, kemiklerden taşlara pek çok örnek bulunur. İlgi duyan herhangi birisi doğanın milyonlarca yıllık öyküsünü bu müzelerde birkaç saat içinde okuyabilir. Evrimsel değişimi gözleri ile görebilir. Bilim insanlarının anlatmak istediklerini bir sergiyi gezer gibi zevkle dinler. O zaman çeçe sineği “Glossina palpalis” olarak bir kimlik ve bir anlam kazanır. Tıpkı bir dostunuzun ismi gibi olur, ezberlenmez ama hatırınızdan da hiç çıkmaz.
Kurbağa’nın sindirim sistemi evrim sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır. İnsanın kendisini gerçekten anlayabilmesi için kurbağayı da bilmesi şart değildir ama işi kolaylaştırır. Bir dostunuzu tanımanın pek çok yolu vardır. Ve birisiyle dost olmak onun ismini öğrenmekle başlayabilir. Çeçe sineği benim dostumdur, kurbağa da ve dolaştıkça daha çok sevdiğim evimiz yerküre de.