İşini iyi yapmayandan, uzman olduğu halde ehil olmayandan hoşlanmıyorum. Diploma insana yetki veriyor ama vicdan vermiyor. Yine de Engin Çeber’e görmeden sağlam raporu veren...

İşini iyi yapmayandan, uzman olduğu halde ehil olmayandan hoşlanmıyorum. Diploma insana yetki veriyor ama vicdan vermiyor. Yine de Engin Çeber’e görmeden sağlam raporu veren doktorun da, gece yarıları tecavüze uğrayan küçücük bir çocuğun yaşadıklarından asla etkilenmeyeceğini iddia eden ama kendi kıçında bir çıban çıksa depresyona girecek uzmanların da, yurtdışındaki paraları cukkalayıp cemaatlere dağıtan bürokratın da emin olun kendince ahlaki değer yargıları var.

Kimi kuramlara göre bu değer yargıları bu kadar oynak olduğu için her devlet yaşanabilir bir ülke yaratma vaadi ile kendi sistemini oluşturuyor. Yani bireylerin üstünde bir devlet anlayışı ile her devletin de değer yargıları, normları ve bunları düzenleyen kanunları meydana getiriliyor. Bizim çevre koruma kanunumuz var, hayvan hakları kanunumuz var, kadın hakları kanunumuz var. Ancak olur da bir ecnebi gelip engelli çocukların devlet kurumlarında yaşadığı sefaleti görüntüler ise sistem etkisini bir parça yitiriyor ama esnek yapısı bunu hemen telafi ediyor. Hiç istifa yaşanmıyor örneğin. Ne Adli Tıp’ta, ne Sosyal Hizmetler’de, ne de hapishanelerde kimse sorumluluk üstlenmiyor.

Sorma şansımız olsa bu okumuş insanların çoğunun “çevreci” olduklarını öğrenirdik. Çünkü “çevrecilik” kent kültüründe bir sosyal statü sembolü, üst sınıfa geçişin kimlik kartıdır. Devletler için de bu böyledir. Bir üst sınıf devletler arasına geçişte aslolan çevre koruma düzenlemeleridir. Bu amaçla 7-Şubat-1993’ten bu güne Türkiye’de Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporları hazırlanıyor. En büyük, en kapsamlı ve en sistemli çevre tahribatı ilginçtir yine bu yıllardan sonra ortaya çıkıyor. Karadeniz Sahil Otoyolu, Bergama kepazeliği, Yusufeli ve Ilısu Barajları, petrol boru hatları, Kaz Dağları’nda madencilik, termik ve nükleer santral ihaleleri, golf sahasına dönüştürülen ormanlar, cayır cayır yanan, yakılan ve satılacak batıdaki orman alanları (Güneydoğu ve Doğu’daki orman yangınları yok sayılıyor zaten hepten geçelim), daha aklınıza ne gelirse. Çünkü aslında hepsi göstermelik. Bakınız ilgili genel müdürlük ÇED raporlarını nasıl tarif ediyor;

Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği bir süreçtir. Bu süreç, kendi başına bir karar verme süreci değildir; karar verme süreci ile birlikte gelişen ve onu destekleyen bir süreçtir.

Aynı yerde ÇED’in faydaları kısaca şöyle özetleniyor:

*Tasarım aşamasında ortaya çıkabilecek olumsuz durumları önceden görerek “etkisiz hale getirmesi için gerekli tedbirleri ortaya koyması, olumsuz etkilerin minimize edilmesini sağlaması”

*Proje sahibi için maliyet-azaltıcı seçenekler sunması,

*Karar verme sürecine yönelik daha güvenilir, bütünsel ve işbirlikçi bir yaklaşım , demokrasiye katkı.

Çok açık değil mi? Her şey en baştan sermaye için düzenlenmiş. Zaten siz hiç olumsuz bir ÇED raporu yüzünden durdurulan yatırım duydunuz mu? ÇED raporları yatırımlar devam etsin diye hazırlanıyor. Yerküredeki biyoçeşitliliği korumak amaçlı değil. Çünkü raporlar özünde ekolojist değil çevreci bir anlayışın ürünü.

İşte bu yüzden akademisyenler yıllardır mücadele veriyorlar ve diyorlar ki hayır “ekolojik” olanla “çevreci” olan aynı değildir ve olamaz da. Mücadele yanlış kullanılan bir terimin düzeltilmesi ile dilbilimlere katkı sağlamak amaçlı değil aslında yerkürenin ta kendisi için. Mücadele tecavüze uğradığı halde hakkı korunmayan çocuklar için, evimiz için.

Bu satırları yazarken Hüseyin Turan’dan Âşık Mahzuni’nin Merdo türküsünü dinliyorum, bir de uzun hava patlatıyor;

Aman küçük yaşta alışır boyun bükmeye

Aman namert kapısında çile çekmeye... ve ben o küçüçük çocuğu ve onun gibi daha nicelerini dağlarda çiçek toplarken düşlüyorum.