Kış gelmiş çatmış. Doğalgaza şu kadar, elektriğe bu kadar zam gelmiş. Güneş bir görünüyor bir kayboluyor. Yazın ısıtacakmış bizi. Şimdi küsmüş gidiyor. Kafama şapkamı geçirdiğime...

Kış gelmiş çatmış. Doğalgaza şu kadar, elektriğe bu kadar zam gelmiş. Güneş bir görünüyor bir kayboluyor. Yazın ısıtacakmış bizi. Şimdi küsmüş gidiyor. Kafama şapkamı geçirdiğime göre hakikaten kış geldi demektir. Çiçekler yok, arılar yok, kelebekler yok. En sevdiğim sebzeler gitmiş. Pazarda varsa yoksa ıspanak, pırasa.  Yakında her taraf kar buz olacak, yollar kapanacak, hastalar, çocuklar yollarda donacaklar doğuda da batıda da.

İşte böyle homurdanırken bir zarf geldi odama. Açtım. Bir ışıltı, bir sıcaklık. Kocaeli Üniversitesi’nden çocuklar dergi çıkartıyorlarmış, onu yollamışlar. Adı Öğrenci İmecesi. Yaklaşık 1500 satıyorlarmış. Maliyetine. Bayıldım yazdıklarına. İmrendim açıkçası. Koşayım istedim onlarla, yollara çıkayım ben de bir şeyler yapayım hep birlikte istedim. Öğrenciliğimi hatırladım. Kendi çıkarttığımız dergileri, fotokopi ve teksir telaşlarımızı. İnancımızı. Dostluklarımızı hatırladım. Sevindim. İşimi gücümü bir kenara, onların el emeğinin yanına, koydum bir süre. Okudum hepsini bir solukta. İçinde simit zammını protestodan, karikatürlere, sinema ve kitap köşelerinden öğrenci mektuplarına kadar her şey var. Ama en önemlisi kararlılık ve akıl var.

Sonra e-posta mesajlarına baktım. Dostum Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ali Dönmez harika bir haber göndermiş. Beytepe Kampus alanında HASBAHÇE isminde bir yer kurmuşlardı. Yurtdışında hemen her ülkede rastlanılan botanik bahçelerinin bir örneği. İçinde Türkiye’nin çeşitli yerlerinden getirilmiş yaklaşık 200 farklı soğanlı bitki türü var. Süsenler, ters lale, Ankara Çiğdemi, kardelen, varget gülü, güz nergisi, zambak, şakayık ve tabii ki safran. İşte haber onunla ilgiliydi. Bahçenin en gözde konuğu olan Crocus sativus çiçek açmıştı. Evvelsi yıl Safranbolu  Davutobası Köyü’nden getirilen 40 kadar soğandan bir tanesi menekşe rengi elbisesi ile hepimize merhaba demişti şu beklenmedik sıcaklıktaki Kasım gününde.

Merhaba demeye koştuk biz de ona. Fotoğraf çekildik hep beraber. Minicik, küçücük bir can. Kollarını güneşe doğru uzatmış. Yaşıyor. Yaşamaya çalışıyor. Safran ortadan kalkmak üzere olan bir tür. Günümüzde yalnızca Safranbolu Davutobası köyünde iki aile üretim yapabiliyor. Oysa geçmişte İstanbul, Tokat, İzmir, Adana ve Urfa’da neredeyse 10 ton safran üretilirmiş. Şimdi yalnızca 650 metrekarede sıkışıp kalmışlar. Yaprakları buğday yaprağı gibi, dar ve yemyeşil. Safran o minicik çiçeğin ortasında yer alan 3-4 mm’lik dişi organının kırmızı renkli gövdesinden elde ediliyor. Kimyada, boya sanayinde, baharat olarak, tıpta bir de tabii ki düğünlerin vazgeçilmezi “zerde” yapımında kullanılıyor. M.Ö. 1000’li yıllarda Mısır’da safranın, mumyalamada veya mumyaların saklandıkları sandık şeklindeki tabutları boyamakta kullanıldığı rivayet ediliyor. Romalılar ilk olarak safrandan saç boyası olarak yararlanmışlar. Safran daha sonraları parfüm olarak da kullanılmış.

İnsanlık 4300 yıldır safranı tanıyor ve seviyor. En pahalı baharatlar arasında sayıldığından İran, Azerbaycan, Çin ve Japonya’da epeyce üretiliyor. Çok nazlı, yeni gelin gibi. Sabah erken kalkıp toplamazsan küsüyor, boynunu büküp hazinesini gizliyor. Yok sabırlı olup usulü dairesinde kurutursan yüzyıllarca saklayabiliyorsun. Ama fazla naz aşık usandırdığından artık kimseler dikim yapmıyor, kolay işlere yöneliyorlar. Safranı yalnız bırakıyorlar.

Oysa öyle güzel ki. İlk kez görüyorum canlı halde. Görür görmez de seviyorum. Ömrü benimkinden biraz daha belki fazlasıyla kısa. Güler yüzü sevdiğimi anlıyor hissettirmeden hemen dostum olmayı başarıyor. Onunla tanışmak için Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusu’na gelmek kolay. Ama acele etmek lazım. Çok nazlı. Kimseleri bekleyemez. Sonra söylemedi demeyin.

 

Bir mektup ve bir çiçek gelen kışı geciktiriyor. Bir mektup ve bir çiçek insanın kalbini ısıtıyor. Bir mektup ve bir çiçek umut veriyor.