Şanslı olmak iyidir. Sizi bilmem ama ben öyleyim. Şanslı yani… Yok öyle yanlış anlamayın her işim rast falan gitmez...

Şanslı olmak iyidir. Sizi bilmem ama ben öyleyim. Şanslı yani… Yok öyle yanlış anlamayın her işim rast falan gitmez, o anlamda değil. Ben yürürken bütün kapılar da açılmadı bugüne kadar. Hiç iktidarda arkadaşım olmadı. Piyango da kazandım sayılmaz. Havadan bir kariyer de edinmedim bugüne değin.
Ama yine de şanslıyım. Öyle çok dostum var ki. Dünyanın her yerinde hem de. En çok evimde. Dost güzeldir. Hayatım boyunca süren dostluklarım var benim. Akrabadan olma, eş durumundan edinme zorunlu dostluklar değil üstelik. Can yoldaşlığı çokça.
Okurlar, öğrenciler, arkadaşlar. Lisedeki sınıf arkadaşlarımla sürekli görüştüğümüz bir internet ağımız bile var. İtilmiş bir sınıftık biz. Nakiller derlerdi bizlere. Onlar ittikçe biz daha çok bağlandık birbirimize. Onlar itti, biz düşmedik.  Hâlâ da öyle.
Okurlar ve öğrenciler dertli dertli yazdım ya da konuştumsa halimi hatırımı sorarlar kimi zaman. En büyük dostlarımdan birisi de yerküre. Evimiz Yerküre. Kafam bozuldu mu, tepem attı mı bir kuş sesi kendime getirir beni. Bir çiçeğin kokusu. Şimdi Ankara’ya bahar geliyor. Kıpkırmızı Adonis çiçekleri (kandamlası da denen) asfaltların olmadığı yerlerde başını uzatıyordur doğan güneşe. Gelincikler, çoban yastıkları, hatmiler sıralarını bekliyordur. Artvin’de zambaklar fışkırmıştır, sümbüllerle yan yana uzanmışlardır. Kekik kokusu sarmıştır dağları. Papatyalar kırlangıçlara yol gösterecek yakında, yağmurlar durur durmaz. Rüzgâr bir kesilsin Afyon’da kirazlar çiçek açar bu hafta. Kayısı, şeftali, erikler rengârenk süslenir üstlerine konacak arılara eşlerine gidecek mektuplarını yani polenlerini vermek için. Balarıları kışlıktan sağ salim çıkmıştır. Abant bir deniz gibidir artık, içinde kaybolmak isteyeceğin kocaman bir deniz. Ne eziyet verirsek verelim her bahar var gücüyle süslenir yerküre. Sanki tüm olanların suçlusu biz değil de oymuş gibi. Kuşlar yeni eşleri için yuvalarını yapar, şarkılarını çalışmaya başlarlar. Kuzular, oğlaklar gelecek diye çayırlar yeşerir. Çok tutsak dostum oldu benim, çok anlattım onlara baharı, demir sesli ter kokulu koridorlardaki kısacık ziyaretlerde, belki şimdi okuyan başkaları da vardır. Belki kelimeler tıpkı küçük arılar gibi taşımıştır ve gördüğümü hayal ettiğim çiçeklerin kokusu ulaşmıştır, buradan oraya. Belki…
Öyle dostlarım var ki benim yerküre gibi. Baktıkça huzur bulursun. Konuştukça içine değil dışına ağlamayı öğretir sana. Hangi birini sayayım ki.
Yıllar evvel başının tam üstünde patlayıp, beyninin yarısını alan bombaya inat yaşayan Tolga Suyolcuoğlu dostum, kardeşim. Mucize dediler yaşamasına, yaşadı, yürüyemez dediler yürüdü, beyninin konuşma merkezi yok ama konuştu, Ayça’sına sarıldı, düşmedi, yaşama tutundu. Şimdi kızı Ezel’e anlatıyor, artık Ezel O’na tutunuyor. Yeni şiir kitabı çıktı bu ay. Şairleri sürdükleri memlekette. Ozanları yaktıkları yerde şiir yazıyor. Elem Dağında İbadet adını vermiş kitabına. Körfez Savaşı’nı çok öncesinden rüyasında görmüştü. Sabah kalkıp ODTÜ Radyo’da bu rüyayı anlattı. Radyo çalışanları, Tolga’nın o gece yazdığı şiirini okuyup her gün saat tam 14.00’te bir dakika süre ile yayını kesti. Savaşta öleceklerin yasını, onlar ölmeden tuttular. Tolga şiirleri ile baharı bir daha hiç görmeyeceklere anlattı. Tolga çocuklara çocuk olmayı ve çocukken ölmeyi anlattı.
Bahar geldi. Şimdi O çocuklar hiç görmedikleri çiçekleri yanmış burunları ile kokluyorlar belki. Ve biz gelecek baharı görmeyecek her yaştan başka çocukların yasını tutuyoruz.