Geçen hafta bu köşede ‘Güneydoğu’nun şiirsel kenti Mardin’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının üzerinden sadece bir hafta geçti ve bu kez yaşanan acı bir olay üzerinden gündem oluşturan ‘sözde sağlıklı’ insanları duydukça okudukça, bugünkü yazımda tekrar aynı başlığı kullanarak yazmam gerekiyor: ‘İnadına, Güneydoğu’nun şiirsel kenti Mardin’
Mardin Bilge Köyü’nde yaşananları uzaylı gibi yorumlayan, oradaki halkı cahil gösteren, toprağa bağlı yaşam mücadelesini sürdüren 7 bin yıllık Mardinli aşiretlere linç kültürü uygulayan, bir ordu köşe yazarı ve yarı-aydın büyük bir aymazlık içerisinde.
Bu toplumsal travmanın nedenlerini sorgulamadan sonuca ve yargıya dörtnala koşturan küçük burjuvalar hemencecik beliriveriyor epik söylemleriyle. Tahlilden çok, oklarıyla bir kez daha saldırıyorlar köylülere ve köycülüğe.
Bu çelişkili açıklamaları yapanlardan en şaşırtıcısı halen bir üniversitede Profesörlük yapan Zeliha Berksoy bence şöyle diyordu CNN Türk televizyonundaki programda Reha Muhtar’a, “Sıkıştırılmış enerjinin en koyu ve en derin olayını Mardin hikâyesinde yaşadık. Bunun kökeninde tabii ilkellik yatıyor. Bütün kırsal kesimlerde çağdaş bir eğitim seferberliği öneriyorum. Ama 50 yıldır bu yapılmadı. 50 yıl önce yapsalardı! Daha ülkenin nüfusu 15 milyonken yapsalardı! Şimdi olmuş 75 milyon. İnsanınıza sahip çıkmamışsınız, gençlerinizi eğitmemişsiniz, onlara doğruyu yanlışı, evrensel değerleri anlatmamışsınız. Dinse dini de kendi realitesi içinde öğreteceksiniz. Bunu öğretenler de cahil. Cahil bırakılıyorlar. Onlar da siyasi bir düşünce ya da çıkarlarla ya da kendi cehaletiyle gidiyor. Formül yanlış. Çünkü bütün çocuklar doğduğunda aynıdır. Hitler de doğduğunda bir bebekti. Ama nasıl oldu? İnsanın değişebilirliği, diyalektiği var. İnsanlara olanak tanınmaması, insanca yaşayamamaları, tanıştırılmaması gibi durumlar içinde demokrasiden söz edilemez. Bugün işçilerin maaşından yüzde 15 indirmek hangi demokrasidir? İnsanları işlerden atmak hangi demokrasidir?”
Zeliha Berksoy, bu kimi parçalı doğruların içerisinde “aşağıdaki özeleştirileri de yapabilseydi keşke” demek geliyor içimden. Şöyle ki: Halen başkanı olduğu Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne sanat öğrenmeye gelen Güneydoğulu öğrenciler niye sınavları aşamıyorlar? Onlar boyunları bükük memleketlerine dönerken, “devlet okulunda hem okul harcı ucuz olur hem de tiyatro öğrenirim” diye geldikleri sınav konseyinden geçer not alamadan niye elleri boş dönüyorlar aşiretlerine?
Oysa ki siz, son 50 yıldır Brecht’in tiyatrosunu, Brecht’in şarkılarını seversiniz. Neden himayenizdeki tiyatro bölümü yetenek sınavlarında aradığınız tiyatrocu adayı kriterleriniz, sadece popüler, yetenekli ve küçük burjuva olabilecek potansiyeldekiler için bağlayıcı olabiliyor? Ya da tiyatro sanat yönetmeni olarak görev aldığınız özel kurumlarda bu sanat eğitimine muhtaç ‘cahil’leri eğitip yetiştirmiyorsunuz. Belki onlarla iletişim kurmak Okan Bayülgen ile iletişim kurmak gibi kolay olmayacaktır sizin için, ama olsun alsanıza garipleri, eğitsenize onları. İmece olsun diyerek tiyatro bölümünüze bu işçileri, köylüleri, onların çocuklarını misafir etsenize.. Başarı bursu versenize onlara... Eğitsenize o cahilleri… Cahil bırakanlar diye eleştirdiğiniz, son 50 yıllık sürecin içinde önemli rollerde sahnelerde izlerken biz sizi, sesinizi çıkarsaydınız ya Mardin acısına benzer acılar çekerken, halklar.
O nedenle siz şimdi televizyonlara çıkıp işçinin maaşından yüzde 15 vergi kesiliyor diye serzenişte bulunurken, elbette bunun geçmişte atılmış tanıdık tohumlar olduğunu görmezden gelebiliyorsunuz. Bu toplumsal travmayı eleştirebiliyorsunuz. Mardin’de bugünlerde gençlik festivalleri sinema festivalleri yapılıyorsa katılsanıza oyunlarınızla… Evet evet şu sözle bitirmeli finali: “Bütün dünya bir sahnedir, bizler de seyircileri oynayanları...”