Konuşmak; yazmak gibi insanın kültürel gelişiminde, kendini ifade etmede ve özgüven oluşumunda çok önemli eylem evrelerinden biridir. Konuşma yaparken...

Konuşmak; yazmak gibi insanın kültürel gelişiminde, kendini ifade etmede ve özgüven oluşumunda çok önemli eylem evrelerinden biridir. Konuşma yaparken en temel kural etkileyici ve konuya hâkim olmaktır. Topluluk önünde konuşurken ve karşılıklı konuşma esnasında etkileyiciliğinizi konu hakkında bilginizle pekiştirileniz istediğiniz etkiyi yaratabilirsiniz. Ayrıca, konuşurken jestler ve mimikler de devreye girer ve beden dili de etkili konuşma eylemini destekler. Hitabet ise, topluluklar önünde güzel ve etkili konuşma sanatıdır. Kimi insanlar meslekleri gereği küçük veya büyük topluluklara hitap eden konuşmalar yapmak zorundadırlar. Öğretmenler, din adamları, politikacılar bunların başlıcalarıdır. Dünyanın çeşitli televizyon kanallarında seçimlerin yaklaştığı dönemlerde dikkatle izlediğimiz politikacılar var. Hararetli bir şekilde hitabet sanatı üstüne döktürüyorlar. Geniş halk kitlelerini, seçmenlerini etkilemek için zaman zaman seslerini yükseltiyor, zaman zaman ise duygusal bir ses tonuyla mesajlar veriyorlar. Bazı durumlarda ise hakikaten kontrolden çıkıyorlar ve örneğin kapalı ve hacimsel olarak küçük bir mekanda bağıra çağıra konuşarak seslerini kontrol edemeyerek herkesi şaşırtıyorlar. En çok gaf yapan isim unvanını almaktan tutun da masadaki su dolu bardağı deviren ya da mikrofona elini çarpanına kadar birçok örnek de sayabiliriz. Kararsız seçmenler için ise bu durumlar hep belirleyici oluyor. Ama öfke ile sesini yükseltenlerin ertesi gün bağırmaktan sesleri kısılıyor.

Örneğin futbol karşılaşmalarında tribünde iken bağırmış olanlar vardır aramızda, onlar da çok iyi bilirler ki bu ses yükselmelerinde bir rahatlama da ortaya çıkar. Yanısıra bağıran tezahürat yapan kişileri yöneten ayrıca bir başka kişi daha vardır. O kişiye amigo denir. İşi kitleyi coşturmak, seyirciye slogan attırmaktır. Küfürlü konuşmamak, seyirciyi bir orkestra şefi gibi yönetmek, alkışlı tempo tutturmak ve 90 dakika sesi kısılmadan bağırmak kolay iş değildir.

Elbette amigo olmanın da zorlukları vardır; öncelikle basınla iyi geçineceksin, topluma iyi taraflarını göstereceksin, (çünkü toplumun karşısına çıkıyorsun) aklı başında olacaksın, kitleye kendini saydıracak, sevdireceksin. Bu sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da da böyle.

Amigoların nasıl yetiştiğine bakacak olursak, futbolu bilmesi sevmesi şart. Onların da amigo olmasına ya bir yönetim kurulu üyesi karar verecek ya da basın öne çıkaracak ki farkedilecek-lerdir. Örneğin basının öne çıkardığı zamanlarda kulüp yönetim kurulunun da tanıdığı adaylar amigolukta daha şanslıdırlar herhalde.

Yani bunun bir okulu yok, tamamen gönül işi. Amigolar, amigoluk yapmak için ayrıca herhangi bir eğitim almışlar mıdır bilinmez ama hitabet sanatı üstüne doğuştan gelen bir yetenekleri olduğu da muhakkaktır. Ama bir amigonun maç bittikten sonra evinde ya da işyerinde yanında-kilerle konuşurken "şu üç sloganı karşılıklı bir vurduralım" tadında onları coşturmaya çalışması, sesini kalınlaştırarak olaya atmosfer kazandırması söz konusu değildir elbette.

İster politikacı olun ister futbol oynamış ya da futbol seyircisine amigoluk yapıyor olun, hitabet bir "sanaf'tır. Her liderin istisnasız sahip olması gereken bir özelliktir. O derece önemli ki, bu sanatı fazlasıyla hayata geçiren ve hitabette "öfke"yi kullanan Adolf Hitler bile, bir dönem Avrupa' ya maalesef hükmetmiştir.

Yapılan bir araştırmada, politikada daha sakin ve kendinden emin görünenlerin, futbol amigoluğunda ise daha taşkın ve coşkun olanların başarıyı yakaladıkları gerçeği ortaya çıkmış. Yanı sıra politikacıların, spora özellikle de futbola bugüne kadar yakın durmaları da bu yazı özelinde başka bir benzerlik oluşturuyor, çünkü politikacılar sporun kendi hâkimiyetlerinde kalması neticesinde kitleyle temas halinde olmak istiyor.

Yeri gelmişken, politikacının ya da amigonun takımının yenildiği durumlardaki özel hitabet sanatı da tartışılabilir elbette. Ama bu durumlarda temkinli ve tedbirlik olmak da fayda vardır sanırım. Ruh hallerindeki değişim konuşmaktan ziyade tartışmaya, suçlamaya hatta saldırıdan savunmaya kadar değişkenlik gösterebilir. Yazının sonunda geldiğim bu nokta liderlik ile demagogluk arasındaki farkların da bir düşünce fırtınası oluşturarak okura daha cazip gelebileceği yönünde.