Evet değerli dostlar... Çok şükür olmaz denileni

Evet değerli dostlar...
Çok şükür olmaz denileni oldurduk. Onca parlamenter, siyasetçi, işadamı ümitsizlik içinde kıvransın dursun. BirGün yazarı olarak bendeniz kendi kendime üstelik hiçbir talebim olmadan Brüksel’de Avrupa Birliği Parlamento’suna tıpış tıpış girdim.
Çok da kolay oldu.
Yürüdüm girdim. Elbette hemen polisler durdurdu. Her yer polis ama, öyle böyle değil. Zannedersin Taksim’de 5 eylemci basın açıklaması yapıyor. Kum gibi polis. Havada helikopterler uçuyor.
Kendinden emin polis memuru. Dur bakalım dedi.
Hem Fransızca hem Flamanca dedi. Burada her iki dili herkes konuşabiliyor. Kimse garipsemiyor. İşyerleri, çarşı, pazar, okullar öyle. Bu adamlara bizim memleketteki vaziyeti ve Güneydoğu’daki durumun neden çözülemediğini anlatmanın hiçbir yolu yok.
Neyse.
Dur dedi bakalım. Nereye böyle?
Parmağımla parlamento binasının orayı gösterdim.
Ahan da oraya gidiyorum.
Ne yapacaksın orada? Girmek yassah dedi. Sadece parlamento üyeleri girebilir. Senin ecnebi olduğun besbelli. Çıkart bakalım pasaportunu dedi.
Buyurun dedim. Kapı gibi Türkiye Cumhuriyeti pasaportumu uzattım.
Belli belirsiz tebessüm etti. Ama sonra elindeki isim listesine baktı. Ve olanlar oldu. Hop bizim mütebessim polis esas duruşa geçip:
Hoş geldiniz. Buyurun dedi.
Hemi vallahi, hemi de billahi.
Evet sevgili okurlar. Pasaportumu alıp polislerin arasından geçtim. Yavaş adımlar ile parlamento binasının yanındaki bahçeden içeri girdim. Buradaki iki gecekondudan birinde kalıyorum. Bu gecekondu görüntülü şirin iki evcik Belçika Doğa Tarihi Müzesi’nin misafirhanesi.
Avrupa Parlamentosu binası, Brüksel’in kuzeyinde ayrı bir binalar birlikteliği. Dev gibi bir bina silsilesi. Pentagon gibi bir şeyler yani. Ancak ne yaptılar ise doğa tarihi müzesine ait olan bu iki küçük binayı yıkamamış ya da ellerinden alamamışlar. Müze müdürü basmış inadı vermemiş. Binalar da kalmış avluda. Bildiğin iki gecekondu dev çelik binaların ortasında. Bir çalışma için buradayım ben, adım o nedenle listede. Kalacak yer olarak ayarlanmış. Sağ olsunlar. Ben bornozumla banyodan çıkıyorum, kafamda havlu, camı açıyorum aman o ne ola? Karşımda bir dolu parlamenter. Harıl harıl konuşuyorlar. Pek rahatsızlar bizim binadan aslında. Patates filan kızartınca, kokusu oraya gidiyormuş. Artık canları istiyor demek ki. Ben de aman bir yerleri şişmesin diye bir tabak yollasam mı diyorum.
Müze müdürü tam dişli adam gerçekten. Kaç ülkenin başkanı, başbakanı istemiş. Vermemiş. Ama beni çok seviyor. Yaptığım çalışma kimyasal ilaçların son 100 yılda arıların yapısını nasıl değiştirdiğine yönelik bir araştırma. Elimde 1917 tarihli bir örnek var. Aynı yılda savaş halindeyiz. Toplayan Fransız araştırmacı neyse ki sağ salim evine dönmüş sonraki yıllarda. O zamanlar savaştığı dedenin torunu müzeye gelip onun topladığı örnekleri inceleyecekmiş. Sonra savaştıkları insanlar ile bir birlik kuracaklarmış. Aklına gelmezdi herhalde. Ama yine de birilerinin geleceğini, topladığı örneği inceleyeceğini tahmin etmiş. Her şeyi detaylı yazmış. Nereden toplamış, saat kaçmış, hava kaç dereceymiş. Hepsini yazmış. O çoktan ölmüş olmalı. Ama bilim ölmemiş. Savaşlara, sellere, yangınlara, her türlü kalleşliğe, rantlara dayanmış olan o minicik arı şimdi elimde. Tüm bunları başaran ismi belirsiz insanlar sayesinde. Hep barıştan, hep evimiz yerküreden yana olanlar sayesinde. Şimdi öyle olmayanlar ile karşılıklı camlardan bakışıyoruz. Galiba tek farkımız, ben elimdeki örneği yerine geri koyup benden 100 yıl sonra kimin inceleyeceğini hayal ederek uyuyorum, onlar nereden ne sağarım, kimi nasıl yolarım hesabı ile kıvranıp duruyor. Aynı camdan başka yerlere bakıyoruz. Hep öyle olduğunu düşünerek birbirimizi görmüyoruz.