Can Dündar’ın Milliyet’te yayımlanan yazısında Süleyman Demirel’in

 Can Dündar’ın Milliyet’te yayımlanan yazısında Süleyman Demirel’in Tan Gazetesi baskınında yer alanlardan biri olduğunu açıklaması; ardından yine aynı gazetede Fikret Bila ile yaptığı röportajda Süleyman Demirel’in olayı doğrulaması son derece önemli bir tarihsel gerçekliğin ortaya çıkması anlamına geliyor. Şimdi bazı şeyler daha net.

 Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edilme kararı sırasında, Meclis’te AP milletvekillerinin adeta tavanı delercesine yukarı doğru uzatılan ellerinin “kabul” çığlıklarına eşlik etmesi; 27 Mayıs’ta gerçekleştirilen idamlarla karşılaştırılarak “3’e 3” düşüncesinin adaletin üstüne bir kara leke gibi yapışması daha anlaşılır hale geliyor. Süleyman Demirel, siyasal tarihimizin yakın dönemine damgasını vurmuş bir politikacı. Onun kişisel tarihinde “solculara” yönelik bir provokasyon eyleminin bulunması, iktidarı döneminde yaşananlar düşünüldüğünde son derece önemli.

 1970’li yıllarda sokaklarda, okul önlerinde solcu öğrenciler cinayetlere kurban giderken, Abdi İpekçi’nin sorularını yanıtlayan Demirel “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz,” diyerek daha sonraki yıllarda bütün ülkeyi ateş çemberi içine sürükleyen bir iç savaşta “hükümetin” tarafgirliğini ortaya koymuş oluyordu. MC Hükümetlerinin sokak savaşlarını kışkırtan tutumu, Demirel’den bağımsız olarak düşünülebilir mi ?

 Ülkede toplu katliamlar yaşanırken “Çorum’u bırak Fatsa’ya bak” demeçleriyle ateşin harlanmasının bir numaralı sorumlularından biri Demirel’di. Bayrak mitingleri, MHP’ye kol kanat germeler; kontrgerilla tartışmalarında takınılan tutumlar, 12 Eylül öncesinde yaşanılan içsavaşın ayrılmaz bir parçası değil miydi?

 Türkiye öğrencilik yıllarında, sadece “solcu fikirlere” sahip olduğu için basılan bir gazetenin yağmalanması olaylarına katılan bir “Başbakan”ın yönetiminde o yılları yaşadı. Bunun savaşı kışkırtan bir rol oynadığından kuşku duymamak gerekir.

 Denilebilir ki; “Bir insanın gençliğinde bir eyleme katılmış olması, onun daha sonraki hayatını bütünüyle belirlemez.” Bu doğrudur da; geçmişinde sol fikirlere inanmış olanların ya da tersi, daha sonraki politik fikirleri taban tabana zıt olabilir ve olmuştur. Ancak bu Demirel için geçerli değildir. Demirel’in 12 Mart sürecinde ve 12 Eylül öncesinde oynadığı rol, Tan Gazetesi baskınında oynadığı rolle son derece uyumludur. O yılları Demirel iktidarı altında yaşamış olmak, bu nedenle Türkiye açısından bir talihsizlik sayılmalıdır.

 Bu çıplak gerçek ortada duruyorken Demirel’in 12 Eylül generallerini “Kanın akmasına seyirci kaldılar ve darbenin meşruluk kazanmasını beklediler” diye suçlaması inandırıcı değildir. Çünkü akan kanda Demirel’in taşımış olduğu zihniyetin de sorumluluğu vardır.

 Demirel, Radikal’den Murat Yetkin’e yaptığı açıklamada yıllar sonra Kenan Evren’e “11 Eylül’de akan kan 13 Eylül’de nasıl durdu? Kanın üzerinde oturuyorsunuz” dediğini aktarıyor. Soru önemlidir, ancak bu soruyu sormayı Demirel ne kadar hak etmektedir? 12 Eylül öncesinde yaşananlar ve bu yaşananlar konusundaki sorumlulukları düşünüldüğünde ya tarih Demirel’e aynı suçlamayı yöneltirse?