Turgut Özal düşündüklerini yapabilseydi, sanırım Türkiye işsizlik ve yoksullukla mücadele konusunda oldukça daha iyi bir noktada olacaktı. Çünkü özelleştirmeler o zaman yapılabilseydi...

Turgut Özal düşündüklerini yapabilseydi, sanırım Türkiye işsizlik ve yoksullukla mücadele konusunda oldukça daha iyi bir noktada olacaktı. Çünkü özelleştirmeler o zaman yapılabilseydi çok daha fazla gelir sağlayacaktı (mesela Telekom 5-6 değil 50-60 milyar dolara gidecekti), Kürt meselesi tatlıya bağlandığı için siyasal istikrar sağlanmış olacaktı (hem de mazlumun boyun eğdirilmesi pahasına değil). O zaman buraya daha fazla yabancı sermaye gelecekti vs. Peki bu, neoliberal politikaların aslında ne kadar iyi bir şey olduğu anlamına mı gelir? Bu soruya benim cevabım şudur: Ekonomik açıdan bakıldığında neoliberal politikaların iyi bir şey olduğunu değil, erken kalkanın daha kazançlı çıkacağını gösterir.

 

Zaten içinde yaşadığımız dünya ekonomisinin temel özelliği budur. Önce davranan kazançlı çıkar, geç uyanan kaybeder. Mesela aynı neoliberal politikaları ne kadar geç uygularsan o kadar kötü sonuç alırsın. İçinde yaşadığımız dünya ekonomisi derken aslında son 250 seneden, hatta daha da öncesinden beri süregelen bir mekanizmadan bahsediyorum. Bu erken kalkan kazanır mekanizmasının arkasında yatan da her türlü ranttır. Geç kaldıkça rant azalır çünkü. Ulusal kalkınma da böyle bir şeydir. İçinde yaşamakta olduğumuz dünya ekonomisinde herkesin kalkınması diye bir şey olamaz. Kalkınabilenler, ötekiler kalkınamadığı için kalkınabilmiş olur.

 

Çünkü kalkınmak, sözünü ettiğim rantların en önemlisi olan teknolojik rantla ilgili bir şeydir, dünya teknolojik hiyerarşisinde basamak atlamakla ilgili bir şeydir.

Madem bu dünyada özgürlük ve adaleti arayan insanlarız (adalet “eşitliği” içerir), o zaman önce buna kafa yormamız gerekiyor. Temel mekanizması erken kalkanın, erken yapanın kazanması olan bir dünyada özgürlük ve adalet olamaz çünkü.

 

2008 dünyasında politika yapıyor olmak doğrudan bu mekanizmaya karşı bayrak açmak olamaz tabii. Çünkü politika çıkar üzerine kurulu bir iştir, başka gerçekleri vardır ve de içinde yaşanmakta olan zaman dilimine ilişkin bir şeydir. Oysa bu söylediklerim bugünden yarına değişebilecek şeyler değil. Bunu ayrıca ispatlamaya kalkışmaya gazete yazısı yetmez. Allahtan insanlar bunun hemen değişebilecek şeyler olmadığını sezgileriyle kavrayabilirler. 20. yüzyıl Marksizm’i, hemen değiştirebileceğini, bunun şartlarının olgunlaştığını zannetti ama bize hiç olmazsa böyle olmadığını anlamamız bakımından yardım etti (“tarihte ne olduysa başka türlüsü olamayacağı için öyle olmuştur”, Marks).

 

Tabii özgürlük ve adaletin önündeki temel engelin bugünden yarına değişemeyeceği anlaşılınca altımızdaki halı çekilmiş gibi oldu, yani biz kendimizi 40 yıldır filan Marksist görenler için öyle oldu. Bütün karışıklıkta buradan çıktı zaten. Ondan sonra at izi it izine karıştı. Peki bu kavram ve fikir karışıklığını nasıl temizleyebileceğiz şimdi? İşte ben bu anlamda yeniden gelecek vizyonuna, dünyanın temel mekanizmaları konusundaki görüş farklarına müracaat edelim derim. Oradan kalkarak bakınca, bugünü onun içindeki yerine oturtarak bakınca herkes kiminle ne için ittifak ettiğini ayırt edebilir, kendisini diğerlerinden neyin ayırdığını bilebilir, “ha bu benden değilmiş, sadece şu konuda geçici ittifak yapıyormuşuz” diyebilir.

Bu yazı için “ne alaka” diyenler olabilir. “Sol tartışıyor” sürekli gündem maddesi, onunla ilgili olarak yazdım.