Ben sıkıldım AKP üzerine yazı yazmaktan. Laf dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Bunların kendi muhafazakâr gündemlerini ilgilendirmediği sürece demokrasi derdi...

Ben sıkıldım AKP üzerine yazı yazmaktan. Laf dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Bunların kendi muhafazakâr gündemlerini ilgilendirmediği sürece demokrasi derdi... kamuya ait kurumları birbiri ardısıra satıp büyüyen borç yamasını kapatmaya çalışmaktan başka ekonomik programları... halka hizmet görüntüsü altında tarikatların ve önünü açtıkları sermaye gruplarının desteğiyle oluşturdukları sadaka fonlarını kullanarak, kendilerine oy vereceklere gıda ve yakacak dağıtmaktan öte sosyal projeleri yok, demekten usandım.

Lakin bu zevatın her gün bir inci yumurtlaması, insana başka şans tanımıyor. Bakıyorsunuz edilen laflara, şimdi bunu yazmasam olmaz, diyorsunuz.

Bu hafta içinden iki örnek vereceğim, durumu anlarsınız.

•••

Okumuşsunuzdur, adını saklayan bir bakan Reuters’e demeç vermiş; “AKP’yi kapatacaklar, Tayyip Erdoğan’a siyaset yasağı getirecekler” diye... Haliyle ortalık karıştı. Kim acaba bu bakan sorusuna cevap bulmaya çalıştı, hem basın hem AKP çevreleri... Henüz bir sonuç alınabilmiş değil. Lakin, saf değiştirdikten sonra Kültür Bakanlığı göreviyle mükafatlandırılan Ertuğrul Günay’ın konuyla ilgili değerlendirmesi ‘nefisti’. Belki gözünüzden kaçmıştır, sizlerle paylaşmak zorundayım.

Günay, “kendisine bakan süsü vermiş biri olabilir” diyor.

Önce yanlış mı okudum acaba, dedim. Bir daha okudum. Aynen öyle diyor: “kendisine bakan süsü vermiş biri!”

Sözünü ettiğimiz haber ajansı Reuters. Yani kolay kolay yaş tahtaya basacak adamlar değil. Böyle bir dolmayı yutacak muhabirin bir daha dünyanın hiçbir ciddi haber kuruluşunda iş bulması düşünülemez. Türk televizyon kanallarının şov programları hariç.

Bir an, Günay’ın durumu kavrayıp doğru teşhisi koyduğunu varsayalım ve olayı gözümüzün öününe getirmeye çalışalım. Meclis çevresinde bir yerlerde, hafif kalantor, varla yok arası kırpık bıyıklı bir zat, arkasında iri kıyım koruması olduğu halde Reuters muhabirine konuşuyor. “AKP’yi kapatacaklar...” falan diyor. Kolpaya gelen muhabir, yakaladığı bomba haberle ofisin yolunu tutarken sahte bakan ve sahte koruma kahkahalar atıp itişerek şakalaşıyorlar, “amma yedik herifi... ha ha ha!” Çok ciddi bir Sülün Osman operasyonuyla karşı karşıya olduğumuz kesin!

Şaka bir yana, bu ve benzeri açıklamalar (Günay’ınki değil, ismi meçhul bakanınki), AKP içinde inceden bir kaynamanın başladığına işaret ediyor. İkbal kapısında secdeye varanlar, “şimdi biz ne olacağız” derdine düştüler, belli ki.

•••

İkinci ‘inci’ komik değil, aksine ziyadesiyle trajik. Dahası utanç verici.

Bugüne kadar muktedirin cephesinden çok açıklama geldi, Tuzla’daki ölümlerle ilgili... İkisi tarihe mal olacak ölçüde ahlak dışıydı. Biri Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Kasım Özer’in, “köyünde hep toprakta yürüyen insanı 20 metre yukarıda 20 santimetrelik platformda yürütürseniz elbette aşağı düşüp ölür” açıklaması... Diğeri de vicdanının karası yüzüne vurmuş Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in “ölümler sürecek” öngörüsü...

Son ‘tarihî’ açıklama Tuzla’da ölüm tersaneleri içinde adını en sık duyduklarımızdan biri olan Desan Tersanesi’nin sahibi AKP milletvekili Cengiz Kaptanoğlu’dan geldi. En son 31 yaşındaki Murat Çalışkan, Kaptanoğlu’nun tersanesinde ölmüştü. Şöyle diyor, tersane sahibi AKP milletvekili: “Neden kimse ölümlerle ilgili Emniyet Müdürü’ne soru sormuyor. Bu işler polislik, MİT’lik işler. Ölümlerin gerçek sebeplerini bulmak isteyen bizlerin üstüne değil, emniyet güçlerine gitsin.”

Kaptanoğlu, iki merci göstermek suretiyle Tuzla’daki ölümlerle ilgili esasen iki ihtimalden söz ediyor.

İlk merci, Emniyet. Öyle anlaşılıyor ki, tersane bölgesinde yıllardır faaliyet gösteren, lakin bir türlü yakalanamayan bir seri katil var. Kafayı işçilere takmış.

İkinci merci, MİT. Böylece Kaptanoğlu, ölüm olaylarının gerisinde uluslararası bir komplonun olabileceğine de dikkat çekiyor. Gemi inşa sektörünün son üç yılda üç misli büyümesini hazmedemeyen ecnebi hasımların, aynı süre içinde işçi ölümlerinin de üç kat artmasına sebep oldukları iddiasında. Galiba. Ben başka bir anlam veremedim. (Ben bu satırları yazdıktan sonra Tuzla’daki sarı sendikanın yani Dok Gemi-İş’in Başkanı Necip Nalbantoğlu, uluslararası komplonun adını koydu: Almanya. Bu ülke gemi yapımında Türkiye’yle rekabet halinde olduğundan tersanelerde iş yavaşlatmaya çalışıyormuş.)

Bitirirken altını çizelim: Kaptanoğlu, bu işle Emniyet ve MİT uğraşsın derken aslında çok önemli bir gerçeğe de işaret ediyor: Tuzla’daki işçi ölümleri esasen birer cinayet vak’asıdır!