Bu ülkede yaşayan vicdan sahibi herkes için utanç sebebi olan cinayetin üzerinden bir yıl geçti. Tüm hayatını tehdit altında ve savunmasız geçiren,...

Bu ülkede yaşayan vicdan sahibi herkes için utanç sebebi olan cinayetin üzerinden bir yıl geçti. Tüm hayatını tehdit altında ve savunmasız geçiren, düşüncelerini açıklamaktan başka 'suçu' olmayan Hrant Dink'e sahip çıkamamış olmanın acısı hiç dinmeyecek. Ama devletin güvenlikten, soruşturmadan, yargıdan sorumlu kurumlarının bir yıl içinde sergilediği tutumdan herkesin edindiği ortak izlenim, benzer girişimleri cesaretlendirecek kadar pervasız bir karartma operasyonuna dönüştüğü. Nitekim Hrant'ın Agos gazetesi önündeki kanı kurumadan, Malatya'da üç Hıristiyan vatandaşın katledilmesine tanık olduk. Ve her şey bir öncekinin karbon kopyası gibiydi.

• • •
Bazıları 18 yaşından küçük sanıklar şimdilerde cinayet, katliam vb suçlar nedeniyle yargı önündeler. Katilleri cezaevine taşıyan süreç üzerinde gerek bu köşede gerekse başka bir çok yerde uzun uzun duruldu.

Satırbaşlarını kısaca hatırlayalım... 'Gayrinizami harp'denilen kontrgerilla yöntemleri, Türkiye'de devlet geleneğinin bir parçası. Devletin dönemsel ihtiyaçlarına bağlı olarak kâh monolitik bir toplum oluşturmak için kâh sosyal uyanışları bastırmak için pog-romlardan, katliamlardan suikastlara kadar bir dizi eylem, bizatihi devlet görevlilerinin de içinde yer aldığı yapılar tarafından örgütlendi.

Devlet bu işlerinde, faşist militanları, psikopat lümpenleri, mafya ilişkileri içindeki tetikçileri vb kullandı. Bu insanların neredeyse hiçbiri -en azından hakettikleri ölçüde- cezalandırılmadı. Dahası zamanla muteber insanlar olarak toplumsal hayata katıldı. Bunda kuşkusuz, devletin malum şahıslara 'borçlu' olmasının da payı vardı.

Türkiye'de hukuk devleti hiçbir dönemde geçerli bir model olamadığı ve ülke düşük yoğunluklu savaş koşullarından bir türlü çıkamadığı için, devletin kritik dönemlerde 'iş görecek' yapılara ve kişilere duyduğu ihtiyaç hiç bitmedi.

• • •
Burada üzerinde durulması gereken bazı hususlar var. En başta da, son birkaç yıldır tanık olduğumuz devlet bağlantılı 'karanlık' eylemlerin, önceki dönemlerden kimi farklılıklar göstermesi...

Devletin faşizan karakterinin güç kazandığı 1980 darbesinden sonraki yıllarda, güvenlikten sorumlu birimlerdeki kadrolaşma öyle kriterler üzerinden gerçekleşti ki, bu kadrolar açısından kontrgerilla yöntemleri, istisnai bir mücadele biçimi olmaktan öte, doğal bir 'görev tanımına' dönüştü. Özellikle Kürt sorununun, şiddetin egemen olduğu bir zeminde 'karşılıklı hesaplaşma'ya sürüklenmesi, devletin kolluk kuvvetlerine istihdam politikasında kanun tanımaz militan arayışına hız verdi. Öyle ki, sokaklarında 'Kuyucu Murat'ların kol gezdiği bir ülke olduk. Üniformayla işlenen suçların cezasız kalması yazılı olmayan bir kanun haline geldi.

Toplumun zihniyeti de bu sürece uyumlu biçimde yeniden kuruldu. Başta hâkim medya olmak üzere, temel ideolojik aygıtlar, sokakta yükselen faşizmi 'masumane milliyetçi duygular', linççi kalabalıkları 'tahrik edilmiş vatandaşlar' olarak sundu. Yoksul, işsiz ve umutsuz, cahil gençler için "vatan uğruna" kan dökmenin, adam öldürmenin yüceltildiği toplumsal bir ortam yaratıldı.

Gerek devlet içindeki yeniden yapılanma, gerek toplumsal iklim, yakın tarihimizde merkezi hamlelerle gerçekleştirilen klasik kontrgerilla operasyonlarının da çehresini değiştirdi. Yukarda da dediğimiz gibi, bu türden eylemleri zaten görev tanımı içinde gören devlet kadroları yerel düzeyde kendi 'hücrelerini' örgütlemeye koyuldu. Falanca yerde bir polis, başka yerde bir jandarma, istihbarat servisleri tarafından kullanılan bir mafya bozuntusu, tarikat bağlantılı bir abi, faşist bir partinin filanca ilçe yöneticisi, ayaktakımından birkaç (mümkünse 18 yaşından küçük) genç zorba yerel-gönüllü kontra birimlerine dönüştü.

Manzara maalesef böyle... Bazen düşünmeden edemiyorum; daha yaygın bir 'temizliğe' maruz kalmamamız, acaba malum zevatın şimdilik buna ihtiyaç duymamasından mı, diye.