İsterseniz bağlamına göre, ezilenlerin kapitalizmi, yönetilenlerin kapitalizmi de diyebilirsiniz. Özellikle SSCB yıkıldıktan bu yana sosyalizmin tanımı konusunda işçilerin, ezilenlerin...

İsterseniz bağlamına göre, ezilenlerin kapitalizmi, yönetilenlerin kapitalizmi de diyebilirsiniz.

Özellikle SSCB yıkıldıktan bu yana sosyalizmin tanımı konusunda işçilerin, ezilenlerin ya da yönetilenlerin doğrudan yönetmesinin altı çok çizilir oldu. Temsiliyet kavramı eleştirildi. Temsiliyet kurumunun bu sefer temsil edenlerin tahakkümüne götürdüğü kanısı kuvvetlendi.

Bu konu dünya sosyalistleri tarafından soyut bir şekilde ele alınmıyor. Öyle yapanlar da var ama yazdığına çizdiğine hürmet edilen kişilerin böyle bir yaklaşımı yok. Onlar temsiliyet kurumunun nerelere gittiğinin farkında olan bir yaklaşım sergiliyorlar, ama analizlerini soyut bir biçimde yapmıyorlar.

Bu konunun soyut analizinde en çok göze çarpan husus, tarihsel boyutun ve kapitalizmin temel özelliklerinin hesaba katılmasındaki zayıflıktır. Bu zayıflık, fabrikaları işçilerin, belediyeleri halk meclislerinin vb yönetmesiyle sosyalizmin kurulabileceği düşüncesine kadar gitti.

Bu görüş Türk sosyalistleri arasında yaygınlık kazanıyor. Mesela ÖDP “söz, yetki, karar, iktidar halka” sloganını esas alıyor. Buradaki hata yukarıda da belirttiğim gibi halkın yönettiği bir kapitalizmin mümkün olduğunu görememekten kaynaklanmaktadır. Marx’ın kapitalistlerin düzeninden değil de sermayenin düzeninden bahsetmesi sebepsiz değildir. Aynı insanların yönettiği farklı üretim tarzları olabileceği gibi, aynı üretim tarzı farklı insanlar tarafından da yönetilebilir (birincisine örnek, Avrupa’da feodalizmi yöneten ailelerin çoğunun sonradan kapitalizmi yöneten aileler olarak ortaya çıkmasıdır, bkz. Wallerstein).

Daha önce de birkaç kez değindim. ÖDP, Geçit beldesinde seçim kazandı. Orası 2000 nüfuslu olduğu için doğrudan yönetim nispeten kolaydı ve belediye başkanı Kemal arkadaşımız bunu denedi ve sonraki seçimi kaybetti. ÖDP buradan gereken sonuçları çıkaramadı. Tabii aksi de mümkündür. Başka bir yerde doğrudan yönetim denemesi insanların hoşuna da gidebilir. Önemli olan tüm belediyeler halk tarafından yönetilse (İstanbul için nasıl olur, pek tasavvur edemiyorum), tüm fabrikalar işçiler tarafından yönetilse de kapitalist üretim tarzının varlığını sürdüreceğini görebilmektir. Çünkü ortada bir mekanizma vardır, bu değişmedikçe o mekanizmayı yönetenlerin değişmesi fark etmez. Kâr düzenini konuşmadan, onun alternatifinin şartlarını konuşmadan, aslında temel konu olan değer meselesini konuşmadan (artık hele Türkiye’de kimsenin taktığı yok zaten) işçilerin, ezilenlerin, yönetilenlerin yönetimini konuşmak fazla anlamlı olmaz. Bu noktada dünya Marksistleri arasındaki “Marx’ı yeniden keşfetmek” diyebileceğimiz literatürün Türkçe okuyabilen insanlara ulaşmasının önemini vurgulamak isterim.

Ülke gündemini tabii ki izleyecek ve tartışacağız. Bunu söylemeye bile gerek yok. Ne var ki bu başka şey, bizim dışımızdaki gündemlerin peşinden sürüklenir duruma düşmek başka şey. Biz kendi gündemimizi kaçırdığımız ölçüde öteki gündemler konusunda söylediklerimiz hafif kalıyor. Dünya sosyalistlerinin tartışmalarının gerisinde kalmamayı başarmak zorundayız.