“Özgürlükçü laiklik anlayışı çerçevesinde ve evrensel insan haklarına aykırı olmayacak her tür inanç ve vicdan özgürlüğü kayıtsız....

“Özgürlükçü laiklik anlayışı çerçevesinde ve evrensel insan haklarına aykırı olmayacak her tür inanç ve vicdan özgürlüğü kayıtsız şartsız güvence altına alınmalı; insanlar, ibadet, inanış, giyim ve yaşam tarzlarında serbestliğe sahip olmalı; hiç kimse farklılığından ötürü ayrıma tabi tutulmamalı ve aşağılayıcı muameleye uğratılmamalıdır.
Devlet bütün dinler, mezhepler ve inançlardan kendisini ayırmalı ve hepsiyle eşit uzaklıkta durmalı, kamu kaynaklarından özel teşvikte bulunmamalı, devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrı tutulması özenle korunmalıdır.
Tüm okullarda zorunlu din eğitimi dersleri kaldırılmalıdır. 12 yıllık laik ve bilimsel bir temel eğitim, bütün öğrenim kurumlarında zorunlu kılınmalıdır.
Kamu hizmeti sunanlar, inanç ve kültürel kimliklerini kamu hizmeti alanlar karşısında bir tercih ve baskı aracı olarak kullanamamalıdır. Kamusal alanda hizmet alan yurttaşlar kılık kıyafetlerinden ötürü ayrımcılığa uğratılmamalıdır.”
Sosyalistlerin din konusunda politikaları olmadığını yazmıştım, Adnan Bostancıoğlu da bana ÖDP parti programından yukarıdaki parçayı gösterdi.
Bunlar din politikası değil, din politikasının dayanacağı ilkeler. Politika dediğiniz sürekli güncellenen, o konuda gündemdeki soruların tümüne cevap getiren fikirlerdir. Kaldı ki ben “din konusunda bir şey söylenmiyor” demedim, din politikası yok dedim.
Şimdi yukarıdaki programdan şu çıkar: Kuran ve meallerine bakacağız, evrensel insan haklarına uygun gördüklerimizi kabul edeceğiz, ötekilere olmaz diyeceğiz. Bu çıkmıyor mu ? Evrensel insan haklarına uyuyor ise güvence altına alınmalıdır diyor çünkü. Yani inancı şarta bağlıyorsunuz. Böyle bir şey olamaz. Eğer bizim ilahiyatçılarımız olsaydı, ki böyle bir ülkede şarttır, o zaman bir İslamiyet yorumumuz olabilir ve bu evrensel insan haklarına uygunluk meselesini oradan, yani içerden çözmeye çalışırdık. Ne var ki ilahiyatçımız yok. Zaten bunun kendisi din konusundaki yanlış duruşumuza bir örnek. Evrensel insan hakları şu ülkede iyi bir referanstır ama buradaki bağlamda çok yanlış kullanılmış. Evrensel insan hakları referansı bizi dinin mevcut yorumları karşısında güçlendirmez. Çünkü konu halisane din yorumu meselesi de değildir. Türkiye’de İslam'ın batılı yaşam biçimine ve anlayışına tepki yönünün oldukça belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda sosyalistler de batılı yaşam biçiminin ve anlayışının bir parçası olarak görülüyor (öyle değil mi?). Din bu sorunun bir parçası olarak görülmeli, buradan bakarak ele alınmalıdır.
Acaba Kemalizm ekonomik açıdan başarılı olsaydı politik İslam bu kadar yaygın destek bulabilir miydi? Buna kesin cevap vermek zor ama arada bir bağlantı olmadığı söylenemez. Çünkü politik İslam daha ziyade yoksul kesimlerde destek buldu, buluyor. Biraz da bu yüzden “solcular hali vakti yerinde olan kesimlerden, politik İslam ise yoksullardan destek buluyor” gibi matrak bir duruma düşmedik mi? Netice olarak bir rejim yürürlükteyken ondan memnun kalanlar destekler, durumu iyileşmeyenler de karşı çıkar. Peki Kemalistler ekonomik açıdan niye başarılı olamadı? Bunun sebebini Kemalistlerin kendilerine bağlamak biraz insafsızlık olur. Bu noktada Kemalizmin kendi iç yolculuğu, iç çelişkileri ve zaafları tartışılmalıdır, özellikle kapitalist dünya sisteminin etkileri tartışılmalıdır.
Kemalistlerin laiklik diye bir gecede insanların yüzlerce yıllık giyim alışkanlıklarını değiştirmeye çalışması, toplumun dokusundaki İslami motifleri yerine bir şey koyamadan kaldırmak istemesi tabii ki tartışılmalıdır. Benim demek istediğim işin sadece bundan ibaret olmadığıdır. İkinci Dünya Savaşı'nın da büyük etkisi olmuştur. İsmet Paşa çocuğa sana şeker veremedim ama babanı alamadım derken haklıydı ama çocuğun babası ordaydı, olmayan ise şekerdi. Hayat böyle nankör işte. Biz Kemalizm ile sosyalizm ilişkisinde kendi hatalarımızı sayar ve Kemalizmin kötü yanlarını atladığımızı söyleyebiliriz, haklıyız da ama bu dediklerim de doğru. Bizim memlekette ya siyahsındır ya beyaz. Oysa bildiğiniz gibi hayat grinin tonlarından oluşuyor.
Siyasal İslam bir kimlik olarak da başarılı oldu. 12 Eylül solu ezdi, ezdi. Küreselleşmenin etkisiyle sayısı hızla artan dışlanmışlara bırakılan dinsel ve sportif (!) referanslar oldu. Bunun üzerine insanlar Fenerbahçe için veya sözde dini inançları için baltayla adam keser hale geldi. Yalnız burada sosyalistlerin tek mazereti 12 Eylül ile ezilmeleri olamaz. Sosyalistler yoksul insanları yoksulluktan kurtarma vaadinde bulundu. Bu vaat küreselleşmeyle havada asılı kalınca yoksullara o halleriyle bir kimlik öneremedi. “Hoşgörülü, özgürlüğünü arayan, eleştirel bakabilen, hayvanlara ve bitkilere saygıyla yaklaşan, kadınları kendinden farklı görmeyen” insan olmayı önermek kimlik önermek olmuyor, olsa bile bu Türkiye’nin dışlanmışlarına çok ağır gelir. Bunun ayrıca çok etraflı tartışılması gerekir.
Hiç olmazsa bu konularda memleketin yazan, araştıran ve düşünen insanlarını bir araya getiren, onlarla sosyalistlerin fikir alışverişini sağlayan zeminler yaratın. O da yok.