Geçmiş üzerine niye konuşam

Geçmiş üzerine niye konuşamıyoruz? Milyonlarca insanın hayatı nı derinlemesine etkileyen o 56 yıl üzerine konuşmaktansa daha sonra olanlardan; hapishanelerden, işkencelerden, zor hayatlardan konuşmayı yeğliyoruz. Hâlâ birbirimize derin bir dostluk duygusuyla bağlı olduğumuza göre ve hâlâ aradan geçen süre içinde ne yapmışsak yapalım 12 Eylül öncesinde "şucu ya da bucu olmak" bizleri tanımlamak için kullanılmaya devam ediyorsa "kötü şeyler" yaşadığımıza inanmıyoruz demektir. Peki bu "iyilikler" üzerine neden şöyle gönül rahatlığıyla, ne düşünüyorsak öyle bir tartışmayı sürdürmeyi beceremiyoruz. Bizim dilimizi bağlayan ne?

 Salt politik bir değerlendirmeden söz etmiyorum; az çok bugün politikayla uğraşmaya devam edenlerimiz çeşitli yerlerde bu tür "geçmiş değerlendirmeleri" yaptı lar. Hareketlerinin neden yenildiği; teorik olarak durdukları yerin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinde analizler ortaya koydular. Bütün bu değerlendirmeler politika hayatı ne kadar kapsayabilirse 12 Eylül öncesine ilişkin hayatları da o kadar kapsayabildiği için hep bir eksiklik duygusu kaldı geride.

 Bir savaştan artakalanlarımızın bugünkü hayatları, çeklere senetlere; kooperatif taksitlerine; araba kredilerine; çocuklarımızı kendimizin okuyamadığı okullarda okutabilmek için yaptığımız fedakârlıklara sıkıştığı için mi o dünyayı değiştirme isteğinin her türlü şeyi göze aldıran serseriliğine bir "sıla özlemi" duygusuyla sığınıyoruz? Geçmiş üzerine konuşursak bugünkü hayatlarımızla yüzleşeceğimizden mi korkuyoruz?

 Normal sıradan hayatlara düşmemizin yarattığı bir travma belki de dilimizi bağlayan ya da kendine ilişkin taşıdığı iddialar-yargılar doğru çıkmadığı için aynı iddia ile konuşmayı kendine yediremeyen buruk bir ahlaki tutum. Yenilmiş olanları n suskunluğu. Ya da yenenlerin bireysel varoluşları için Marmaris’te resim yapmayı seçmeleriyle; her şeyden uzak bir tatil kasabasına sığınıp kitap okuma derecesine inmiş hayallerimizin aynılaşması.

 Hayatın bir dönemini "roman kahramanlarının" başına gelebilecek türden yaşamış olmanın getirdiği bir yorgunluk mu suskunluğumuzun nedeni? Peki bu doğruysa neden en büyük enerjiyi hâlâ o günün dostluklarından devşiriyoruz?

 Bizi hâlâ birbirimize bağlayan "görünmez bir el" var; bu piyasanın "görünmez eli" değil; ortak yaşanmışlıklarımızın ve ortak yenilmişliğimizin eli. Bu nedenle sadece bu nedenle bile artık dilimiz çözülmeli; kimseye verilmeyecek bir hesabımız yok. Sadece mağduriyetlerimiz üzerinden de konuşmamı z gerekmiyor. Her şeyi istemeye hakkımız var; bugünkü hayatı n bizi esir alan yanlarının da, değiştirme irademizin yeterince karşı lık bulmamasının da sorumlusu biz değiliz.

 Hiçbir şeyin aynen yaşandığı gibi tekrar edilemeyeceğini biliyorum. Bugün bambaşka bir hayat var ve hiç kimse dün olduğu gibi yaşamaya ve düşünmeye devam edemez. Ama yitirdiğimiz bütünlük duygusunu ruhlarımıza iade etmek için konuşmaya ihtiyacımız var.

 Egemenler yaşananları bir "sessizlik komplosu"na kurban etmek isteyebilirler; "artık 12 Eylül’ü unutun" diyebilirler. Biz hatırlamak ve hatırlatmak zorundayız.