AKP hükümeti ve Fethullahçıları hedef alan operasyon planına dair ‘belge’ tartışmasına en doğru yaklaşımı İsmet Berkan yaptı....

AKP hükümeti ve Fethullahçıları hedef alan operasyon planına dair ‘belge’ tartışmasına en doğru yaklaşımı İsmet Berkan yaptı.
“Gözümüzün önünde yaşanmakta olan şey, esasen bir psikolojik savaştır. Savaşın bir tarafında Türk Silahlı Kuvvetleri, öteki tarafında ise Fethullah Gülen hareketi var.”
Evet, bu bir savaş ve öyle anlaşılıyor ki, giderek tırmanacak.
Zaten Genelkurmay bünyesinde hazırlandığı iddia edilen ‘belge’nin kendisi bir psikolojik savaş planı... Tıpkı, ‘belge’nin ortaya çıkarılmasının TSK’nin itibarını ve siyaseten insyatifini hedef alan bir psikolojik savaşın parçası olması gibi...
Haydi diyelim ki Genelkurmay’ın en üst kademesinin bilgisi dışında; ama TSK’da birileri tarafından bu tür planlar yapılıyor olmasını hayretle karşılayacak biri var mıdır bu ülkede? Sanmam. Bugün askeri bir darbenin nesnel koşullarının bulunmaması, böyle bir girişime hevesli üniformalı/üniformasız darbecilerin olmadığı anlamına gelmiyor.
Dolayısıyla ‘belge’nin gerçek olma ihtimali yüksek.
Diğer yandan, Fethullahçılar polis ve yargı içerisinde belli ki güçlü bir örgütlenmeye sahip. Özellikle istibarat faaliyetleri büyük ölçüde bu cemaatin elinde... Hedef almayı kafalarına koydukları hiç kimsenin savcılık-polis-Taraf üçgeninden kurtulması mümkün değil. Ama şimdilik hedefte öncelikle TSK var. Başbuğ’un o uzun basın toplantısında, altı çizilerek itham edilmelerinden sonra adeta ‘savaşı’ kabul ettiler!
Dedik ki, TSK içinde darbe heveslilerinin olması gayet mümkündür ve böyle bir ‘belge’nin gerçek olma ihtimali yüksektir. Peki tersi mümkün değil mi? Yani devlet içindeki Fethullah örgütünün Genelkurmay’ı köşeye sıkıştırmak maksadıyla tertiplediği bir provokasyon olamaz mı? İlk bakışta düşük bir olasılık gibi görünse de, elbette olabilir. Öyle ya, bu bir savaş ve tarafların belden aşağı vurmamak üzerine verilmiş sözleri falan yok.
•••
Ahmet Altan “Sanık asker... Soruşturan asker... Soruşturan askeri savcının sicil amiri gene asker. Toplum, bu gelişmenin tarafsızlığına nasıl inanacak?” diye soruyor. Şemdinli hadisesini örnek vererek inandırıcı olmayacağını söylüyor. Çok haklı. Şemdinli’de kontrgerilla faaliyeti yürüten uzman çavuşa sahip çıkan, yıllardır Genelkurmay’da istihbarat faaliyeti yürüten kurmay albayı harcar mı?
Şimdi hızla diğer cepheye bakalım.
Başbakan’ın ısrarla sahip çıktığı RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın “Almanya’nın benimle bir sorunu yok” diye kamuoyuna sunduğu belge sahteymiş. Hakkında “nitelikli dolandırcılık ve kara para dahil” yedi soruşturma yürütülüyormuş. Güzel.
Vaktiyle bu köşede şöyle yazmıştım:
“Aslına bakarsanız şaşılacak birşey yok. Deniz Feneri’nin Almanya ayağının yoksullara ve muhtaçlara yardım görüntüsü altında iyiniyetli Müslümanlardan topladığı paraları Türkiye’deki siyasi ortaklarının şirketlerine aktarması, o topluluğun iç ilişkileri açısından gayet normal.
Bunlar aynı siyasi hareketin farklı birimleri. Yaşlarına bağlı olarak çoğunun kökleri MTTB, İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele Derneklerine dayanan, hemen hepsi Milli Görüş’ten neşet etmiş, bugün AKP çatısı altında bir araya gelmiş, tarihleri ortak bir siyasi topluluk. Nitekim, son hadisede yaşananlar, hareketin Almanya ‘bağış ve yardımlar sorumlusunun’ topladığı paraları Türkiye’deki ‘medya şirketleri sorumlusuna’ göndermesi... Bu kadar basit.” (19 Eylül 2008)
Evet, şimdi Ahmet Altan’ın sorusunu başka türlü soralım: Sanık ‘teşkilat’tan, soruşturan ‘teşkilat’ın kontrolünde, soruşturanın sicil amiri ‘teşkilat’ın siyasi sorumlusuna bağlı. Toplum, bu gelişmenin tarafsızlığına nasıl inanacak? Cevap basit: İnanmayacak.
Büyükanıt’ın Şemdinli kontrgerillasına sahip çıkıp “tanırım, iyi çocuklardır” demesiyle, Başbakan Erdoğan’ın Zahid Akman’a göğsünü siper etmesi arasında esas itibarıyla bir fark yoktur.
Bir ülke, işte böyle böyle çürür ve kokuşur.