Bu kelimenin ne anlama geldiğini ortaya koymak için sözlüğe başvurmamın nedeni son günlerde sürekli olarak 'tabu'ların yıkıldığını, yıkılması gerektiğini söyleyen bir söylemin egemen hale gelmesi...

Tabu kelimesi TDK Türkçe Sözlük’te şöyle tanımlanıyor; tabu is. Fr. Tabou (Polinezya dilinden) 1. Kutsal sayılan bazı insanlara, hayvanlara, nesnelere, dokunulmasını, kullanılması nı yasaklayan, aksi yapıldığında zararı dokunulacağı düşünülen dini inanç. 2. s. Yasaklanarak korunan (nesne,kelime,davranış). 3. sos. Tekinsiz.

 Bu kelimenin ne anlama geldiğini ortaya koymak için sözlüğe başvurmamın nedeni son günlerde sürekli olarak 'tabu'ların yıkıldığını, yıkılması gerektiğini söyleyen bir söylemin egemen hale gelmesi.

 Aslında bu durum, bizim gibi "ulusal kimliğini" tabularla korumanın kural haline geldiği bir ülke açısından son derece olağan. Başlıbaşına "ulusal kimlik" denilen şey sürekli olarak 'öteki' yaratmaksızın; biz ve onlar ayrımı yapmaksızın kurulabilecek bir şey değil. Türk ulusal kimliği de milliyetçiliğin bu ulus ötesi ideolojisini, düşünsel kalıplarını kullanarak kendini inşa etme yolunu benimsemek zorunda.

 Farklı farklı milliyetçilik ideolojisi geliştiren; tarihsel olarak "uluslaşma sürecini" farklı olarak yaşamış olan örneğin Alman ya da Fransız milliyetçiliği, ne kadar birbirlerinden ayrı yollardan kurulmuş olurlarsa olsunlar, benzer ayrımların üzerinde yükselmek zorundadır.

 Aslında burada "düşünsel bir paradoks" olduğu söylenebilir. Tek ve benzersiz olma vurgusunu en temel ideolojik tez olarak ortaya sürme iddiasındaki milliyetçilik düşüncesi; Fransa'da da, Almanya'da da Türkiye'de de benzer düşünce kalıplarını kullanır. Farklı olan nokta her "ulusal kimliğin" kendini kurarken farklı 'öteki'ler tanımlamasıdır.

 Bir düşünce olmanın ötesinde bir 'inanç' olarak kendine toplumsal bilinçte yer açmak isteyen milliyetçilik, bu nedenle de; 'tabu'lar yaratmaksızın yaşayamaz. Tabuların yıkılışı ise 'kutsal olan'ın; yani düşünce değil inanç olanın yıkılışı anlamına geldiği için 'tabu yıkıcılar' sürekli olarak 'şiddet' tehdidi altındadır. Milliyetçiliğin her zaman saldırgan bir yanının var olması ise esas olarak 'tabu'lar üzerinden varlığını sürdürmek zorunda kalmasıdır.

 İçine girdiğimiz dönem özellikle Türk milliyetçiliği açısından gerçekten de bir 'beka' sorunu yaratmış durumdadır. Türk milliyetçiliğinin 'şuuraltı' Avrupa karşıtlığı, Rum ve Ermeni düşmanlığı; Kürt kimliğinin inkârıdır. Tarih boyunca Avrupa, Türkler'in tarih sahnesinde "tarihi yapan ulus" olarak rol almasının önünde en büyük engel olarak görülmüştür. "Haçlı zihniyeti", "kahpe Bizans", "Sevr'in hortlatılması" gibi süreç içinde, her yeni sorun karşısında Avrupa'yı "ötekileştiren" bir söylem Türk milliyetçiliğinin en önemli bileşenleri arasındadır.

 Benzer bir durum Batı'nın '5. kolu' olarak görülen azınlıkların 'öteki' haline gelmesinde de görülebilir. Rumlar'a ve Ermeniler'e bu nedenle Türk ulusal kimliğinin kurulmasında önemli bir karşıt figür rolü düşmüştür. Benzer bir durum son dönemde 'Kürt'lerle ilgili olarak da gündemdedir.

Türkiye'nin AB'ye tam üyelik görüşmelerine başlayacak olması Türk milliyetçiliğinin "şuuraltında" önemli bir travmaya yol açmış görünüyor. Avrupa'yla aynı 'ulus ötesi' birlik içinde yer alarak bazı ulusal egemenlik unsurlarından vazgeçmek; Yunanlılar'la dost olmak; Ermeniler'le tarihsel dramlar üzerinde konuşmak, Kürtler'e kültürel haklarını tanımak, çokkültürlü çokuluslu çok dilli ve çok dinli demokratik bir ülke olmak, milliyetçiliğin bütün tabularının yıkılması demektir.

 Kutsal olarak görülen her türlü inancın, buna 'şiddet'le karşılık vermesi; bu geçiş sürecinde ortaya çıkan en büyük tehlikedir. Üstelik AB sürecine bu tür bir ideolojik altüst oluşun yanı sıra önemli toplumsal dönüşümlerin de eşlik edeceği düşünülürse, milliyetçiliğin toplumsal tabanını genişletmesi tehlikesi hemen yanı başımızda beklemektedir. Bu yakın tehlike karşısında solun ne yapması gerektiği ise bir sonraki yazının konusu olsun.