Şöyle bir düşünün: Televizyon programları ailece izlenirken şaşırtıcı bir davranış veya bir söz sizi zor durumda bırakmıyor...

Şöyle bir düşünün: Televizyon programları ailece izlenirken şaşırtıcı bir davranış veya söz sizi zor durumda
bırakmıyor mu? Bu soruya hayır diyorsanız siz de uyuşmuş olmalısınız. Ancak, bu yabancılaştırma belli bir
sermayenin kazanma hırsıyla yapılmıyorsa olay daha da ürkütücü boyutta demektir
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yapılan ilk televizyon yayınının üzerinden yıllar geçti. Ve bunca seneye rağmen, 80 sonrası televizyonların; renklenmesi, çeşitlenmesi de, onların kendilerine özgü kimliklerini oluşturabilmelerine olanak sağlamadı kanımca. Bu TV kanalları, yandaş medya ve kartel medyası dışında, kitle iletişimde ayrıcalıklı ve kaliteli yayın politikaları oluşturamadılar. Sonuç olarak da, var olan ve gündem oluşturan diziler ve magazin programlarıyla, reklam kuşaklarıyla kısaca şu günkü haliyle, yaşama sevincimizi öldürmekten öte, zamanlarımızı bloke etmeye, duygularımızı sömürmeye devam eder haldeler.
Tam donanımlı konforlu ve düzeyli televizyon programı diyebileceğimiz türde, gözümüze çarpan programlarda da; yemek tarifleri, dejenere olmuş yarışma programları, TV starı zavallılığındaki insanların para hırsıyla her kanalda at koşturdukları (aslında radyo programı olması gereken türde) tolk-şovlar, sabah çığırtkanları, evlendirme, yedirme-içirme, kazandırma, sabah şekerleri, her dakka borsa hava yol durumu sayrılığı, ana haber diye dayatılan kuşakta şiddet ve tehditkâr gövde gösterileri, vd. İşte bu mahşer yerini andıran yapımlar tam bir vaka çalışması olabilecek türden çözümlenmeyi bekliyor.
Hedef kitle ve izler kitle çözümlemeleri yapılmadan, kuramsal bakışları irdelenmeden, sunulan haber bültenlerini niçin kimse eleştirmez anlaşılır gibi değil. Gazetelerin TV eleştirmenleri bu programların içeriksel çözümlemelerini niye yapmazlar tahmin edebiliyorum.
Televizyonlar tüm programları dizileri ve şovlarıyla şu anda “büyük bir tartışma platformu”nu andırır halde. Dikkat edin; ekranlarda, herkes her her yerde tartışma halinde. Ama boş tartışmalar didişmeler...
Televizyon dizilerinin içerik çözümlemesi veya karakter analizi yapıldığında ise yöre dillerinin kullanımı üzerinden, tiplemeler üzerinden güldürücülerin devreye sokulduğu bir kolaycılıkta ve ucuzlukta kümelenmeler göze çarpıyor. Şöyle bir düşünün: Televizyon programları ailece izlenirken şaşırtıcı bir davranış veya söz sizi zor durumda bırakmıyor mu? Bu soruya hayır diyorsanız siz de uyuşmuş olmalısınız. Ancak, bu yabancılaştırma belli bir sermayenin kazanma hırsıyla yapılmıyorsa olay daha da ürkütücü boyutta demektir. Bunun bir komplo teorisi olmadığını siz de çok iyi biliyorsunuzdur. Ya senaristin ya da oyuncuların da bu olumsuz ortama katkısını gözden geçirmek zorundayız. Televizyona yapılan eleştirisel yaklaşımların artık “çok güzel ya da beğenmedim” sığlığından kurtulması gerekir. Ülkenin genç beyinleri, öğrenciler rasgele servis edilen televizyon programlarının içerik analizlerini yapacak seviyede olmadıklarından, “ne verirsen alır” cesareti ile kültürsüzleştirilmektedirler.
Televizyonların seviyeli ve etik standartlara uygun bir biçimde yayın yapmaları gerektiği (şu anda birçok dünya televizyonunda; çocuk, kadın, yasalar, özel hayatın gizliliği gibi ilkeleri öncelikli ve korunaklıdır) gerçeğini, kitle iletişim uzmanlarının, bilim insanlarının, sosyologların ya da üniversitelerimizdeki; iletişim, radyo-TV vb. fakültelerinin başındaki akademisyenlerin, masaya yatıracakları yoğunluklu tartışmaya başlanması gerekmektedir. Duyarsız, tüketici, emperyal ve linçe yatkın toplumu bu televizyonların vücuda getirdiği gerçeğini artık görün.