Türkiye’nin kitle partileri ile siyaset yapan devrimcileri bunun gereklerini bile yerine getiremediler. Birçok şey akıllarına...  

Türkiye’nin kitle partileri ile siyaset yapan devrimcileri bunun gereklerini bile yerine getiremediler. Birçok şey akıllarına geldi de güçleri mi yetmedi, akıllarına mı gelmedi, yoksa bunların çoğu gerçekten sinmiş, yılmış insanlar da durumu kurtarmaya mı çalışıyorlar, bunları bilemem. Bildiğim, benimsedikleri mücadele tarzının gereklerini yerine getiremedikleridir.
Tuzla işçi ölümleri örneğini ele alalım. İş güvenliği ile ilgili tedbirler alınmadığı için onlarca işçi öldü. Orada bile varlık gösteremediler. İşin artık görmezden gelmenin insanlık suçu sayılabileceği bir noktaya gelmesiyle tersanelere gidip işçilere dayanışma mesajları verdiler. Verdiler ama dayanışmanın gerekleri de yerine gelmedi. Tuzla da çok şey yapılabilirdi. Militan eylemler konabilirdi. Olmadı. Tabii militan derken saçmalamayı kastetmiyorum. Mesela bütün olanlara rağmen çalışmak isteyen işçileri anlayan bir noktadan bakabilen bir duruştan bahsediyorum. Militanlık kırıp dökmek, daha da içinden çıkılmaz hale getirmek demek değildir. Hukukun yerine getirilmesi çerçevesinde de militanca mücadele edilebilir. Örnekler kolayca çoğaltılabilir. Mesela kitle partilerinin mahalle bazında ne gibi çalışmalar yapabildiği tartışılabilir.
Ben, Türkiye’nin kendisini devrimci gören kitle partilerinin eylemsiz kaldığı kanısındayım. Teorik veya pratik, hiçbir konuda varlık gösteremediler. Tabii bunun faturası önemli ölçüde kitle particiliğinin kendisine çıktı. Zaten ortada Lula gibi çok kötü bir örnek de varken devrimci kitle particiliğine duyulan güven epey yara aldı.
Böyle olunca Türk devrimcilerinin bireysel silahlı eylem diyebileceğimiz şeyi esas alan kesiminin görece güçlenebileceğini veya zayıflamayacağını görmek çok da zor sayılmaz.
Orhan Yılmazkaya’nın eylemini psikolojik problemlerine, Ergenekon bağlantısı kurmaya, birileri tarafından yönlendirilmesine bağlayan yazılar çıkmaya başladı bile. Böyle yönleri var mıdır, bilemem. Ne var ki o yazıların ortak özelliği Yılmazkaya’nın eyleminin sadece böyle açıklanabileceğidir. Ya birileri onu kendi amaçları doğrultusunda kullanmıştır, ya da psikolojik sorunları vardır, veya ikisini birleştirerek psikolojik sorunları olan biri olarak o birilerinin amaçları için en uygun kişi olmuştur. Yani bunların dışında bir ihtimal olamaz. Böyle bakarak gerçeği görebileceğiniz şüphelidir, çok şüphelidir. Bu çok ucuzcu, iyice düşünüp tartmayan ve dolayısıyla saygısız bir bakış açısıdır, sonuçta haklı çıktıklarını varsayacak olsak bile. Eğer bu kitle partilerinden biri olduğu yerde durmaktan kurtulup yaratıcı eylemler yapabilseydi, biraz olsun parlamaya ve halkın ilgisini çekmeye başlasaydı Orhan Yılmazkaya belki de o partiye üye olmayı düşünürdü. Bu yönü de vardır.
Yine Ahmet Altan’dan bahsedeceğim. Ona taktığım sanılmasın. Her zaman söylediğim gibi kendisi askeri vesayet rejimine karşı mücadele veren bir gazetenin başyazarıdır ve devrimci kitle partilerinden umudunu kesmekte olan birçok insanımız Taraf gazetesi yazarlarının yaklaşımlarından etkilenmektedir. Bu yazarların özellikle günümüz Marksist teorisyenlerinin dediklerinden ve Türk devrimcilerinin zihniyet meselelerinden yeterince haberdar olmadıkları, burada görünüşte anlamaya çalışan ama özünde tepkisel bir ötekileştirme yaşadıkları kanısındayım. Olabilir tabii, herkesin kendine göre bir düşünce serüveni var. Var ama yeterince haberdar olmadıkları konularda ve ötekileştirme haletiruhiyesi içinde olup bu konularda yazdıkları için, bizim de bunu söyleme hakkımız oluyor.