Rachel Carson 1962’de “Sessiz Bahar” isimli kitabını yazdığında insanlık yerküreye tam olarak ne ölçüde zarar verebileceğini ilk kez bu kadar çarpıcı biçimde anlamıştı. Kitap en...

Rachel Carson 1962’de “Sessiz Bahar” isimli kitabını yazdığında insanlık yerküreye tam olarak ne ölçüde zarar verebileceğini ilk kez bu kadar çarpıcı biçimde anlamıştı. Kitap en azından bir süre kapitalistleri sersem etmişti. Sessiz Bahar’da Carson özellikle DDT gibi klorlanmış hidrokarbon içerikli böcek öldürücü kimyasalların çevrede yaptığı zararlara dikkat çekmeyi başarmıştı. DDT toprakta yaklaşık 40 yıl hiçbir sıkıntı çekmeden kalabilme özelliğine sahipti. Kitabın yazıldığı yıllarda New York’ta belediyeler sivrisinek mücadelesi için çevredeki bataklıkları DDT ile ilaçlamışlar ve ilaçlama sırasında yaban hayatın doğrudan etkilenmeyeceği düşük yoğunlukta ilaç kullanmışlardı. Pek çok kişi de ilaçlamadan sonra sivrisineklerin öleceğini ve bu ilaçların denize akarak kaybolacağını sanıyordu.

Öyle olmadı. İlaç önce ortamdaki çöküntü ve döküntüler tarafından tutundu sonra da bu döküntüler ile beslenen küçük canlılara geçti. Bu canlıları yiyen balıklarda birikmeye devam etti ve sonuçta bu balıklar ile beslenen kuşlarda DDT miktarı başta suya karışanın tam 500.000 katına ulaştı. Bu mekanizma günümüzde biyolojik birikim olarak bilinmektedir. Tıpkı enerji gibi ağır metaller, radyasyon ve bazı zehirli kimyasallar besin zincirinin (ben besin ağı demeyi tercih ederim) alt düzeylerinden üst düzeye geçerken dağılıp azalacağına birikip çoğalırlar.

Çernobil olayı olduğunda bölüm gezisi için Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na gitmiştik. Kendisine uzman diyen bir zat-ı muhterem tesisi bize gezdirdikten sonra Çernobil konusunda açıklama yapmıştı. Daha doğrusu bir tablo üzerinde kekikte ve nanede şu kadar pi pi em (ppm böyle okunuyormuş parts pör milyın, milyonda bir birim yani) bulundu oysa üst sınır budur dedi, pirinçte bu kadar, ayçiçeğinde şu kadar, çayda aha bunca ve sütte şuncacık diye ekledi. Yani tüm bulgular gösteriyordu ki radyasyon ile ilgili endişelenecek zerre pi pi em bir şey yoktu ve zaten siyasiler TV’lerde her gün bardak bardak çay içme şovları yapıyorlardı.

İyi talebelerdik, parmak kaldırıp sorduk.

- Peki biyolojik birikim ne olacak?

- O nedir? Dedi uzman? Bu sefer şaşırma sırası bize gelmişti.

- Yani yayla çorbası içip üstüne çay içersek ya da bu çayların döküldüğü denizdeki balıktan yersek ne olacak?

İş büyüdü, ortalık karıştı, hocalarımız da destek oldular. Neticede apar topar bahçeye atıldık. Sonra öğrendik ki meğer çayları, çorbaları, balıkları rahmetli Kazım Koyuncu’lar içmişler. Türkiye böyle sanatçıları belki de bu yüzden genç yaşta kaybetti. Özür dileyen de. hesap veren de çıkmadı. Çıksa ne olurdu? Ne değişirdi? Bilmem.

Şimdi Çernobil yok, yenilerini yapacaklar. Memlekete acil ve ucuz enerji lazımmış. İnce ince risk analizleri yapılmıştır merak etmeyin. “Risk analizi”, bayılırım bu lafa. Kimse “ulan sen kimin hayatını hangi hakla riske atıyorsun” demez. Birileri bir takım yararlı amaçlar için yerküreyi hep riske atar. Kendisini risk alabilecek kadar bilgili sanır. Ondan sonra yurttaş tepkili olsa ne olur? İhaleden önce ikide bir elektrikler kesilir, kış günü millet dondurulur, üç günde gereken kamuoyu yaratılır. Biz de açılış törenini izleriz.

Kalıcı radyonükleidlerin biyolojik birikim gösterdiği biliniyor. Ağır metaller zaten her yerdeler, öte yandan kene mücadelesi, canavar örümcek önlemi diye tonlarca böcek öldürücü kimyasal “insan sağlığına zarar vermeyen düzeylerde” serpiliyor, işler ihale usulü yapılıyor elbette, ihaleleri de belediyeye en yakın kim ise o alıyor. Para biriktiremiyoruz ama zehir ve radyasyon biriktiriyoruz hamdolsun.

DDT 1972’de Amerika’da yasaklandı. Türkiye’de 1980’lerde çocukların boynuna sivrisinek sokmasın diye DDT batırılmış iplikler asılıyordu. Yakın zamanda yapılan deneylere göre gübre ile birlikte suya karıştırılan ağır metaller (örneğin kadmiyum) insan vücudunda solucanlara göre 1000 kat fazla oranda tutuluyor. Aman sıkı tutun ağır metallerinizi dostlar, kimsenin kafasına falan düşmesin.