Kültürün yaşamevleri diyebileceğimiz kütüphaneler ilk gençlik yıllarımızın sığınaklarıydı.

Kültürün yaşamevleri diyebileceğimiz kütüphaneler ilk gençlik yıllarımızın sığınaklarıydı. Kocamustafapaşa Lisesi"nde okuduğum yıllarda en sık ziyaret ettiğim yerler Ali Paşa Kütüphanesi ve yeni çıkan kitapları inceleyebildiğimiz Cem Kitap Kırtasiye idi. Mahallemizde ozan İsmail Uyaroğlu, yazar Ülkü Ayvaz ile rahmetli Yalçın Ağabey"in dükkânı Cem Kırtasiye"de karşılaşırdık.
Kitap okuma alışkanlığını sürdürmemize destek olan mahalle kütüphaneleri zamanla kendilerini yenileyemeseler de çok önemli bir görevi üstlenmişlerdi o dönemlerde.
Kütüphane sevgisini sanata dönüştürme arayışlarım ise 90"lı yıllara denk düşer. İlk olarak 1992 yılına gidelim. İstanbul Atatürk Kitaplığı"nda “Oku oku” adını verdiğim bir performans yapmayı tasarlıyorum. Çocukluktan başlayan öğreti ile sessiz durmamız gerektiği dayatılan kütüphanelerde 120 kişi biraraya gelip, Nur Akalın"ın “Melek Defteri” adlı kitabını aynı anda yüksek sesle okumaya başlıyoruz. 120 adet kitabı ücretsiz hediye eden Pandora Kitabevi kurucularından Hüseyin Sönmez"de gösteride ve yine mekânı paylaşan Bennu Yıldırımlar, Erdal Küçükkömürcü, Suat Suna gibi, o da yüksek sesle herkesle birlikte okuyor kitabı. Bugüne kadar hep sessiz kalmış Atatürk Kitaplığı bile yabancılıyor bu gürültüyü belki de. Hep yarım bırakılmış kitaplar okuyan toplumdan, sonunu hep birlikte okuyarak getirdiğimiz bir paylaşım sürecine tanıklık ediyoruz. Videoya kaydedilen bu performans o yıl Avrupa Konseyi"nin okumayı teşvik edici deneysel performans kategorisinde Strasbourg" da gösteriliyor. Ancak Guinness rekorlar kitabına bu şekilde bir kategori olmadığı için kabul edilmiyor.
Kütüphanelerle olan sevgi bağım bu kadarla sınırlı değil. 1994 yılında Kültür Bakanlığı Beyazıt Devlet Kütüphanesi"nde görme engelliler için sesli kitap arşivi oluşturma projesinin başladığı günlerdeyiz. Ben de Patrick Süskind"in “Kontrabas” adlı kitabını okuyarak katılıyorum bu arşive katkıya. Aynı gün kütüphane görevlisine verdiğim bir proje hızla hayata geçiyor ve küratörlüğünü yaptığım “Serbest Oluşum 1” sanat etkinlikleri için start veriliyor. Beyazıt sahafının yanında bulunan Devlet Kütüphanesi"ne sanat beş günlüğüne misafir olmaya hazırlanıyor. (5-15 Aralık 1994)
Muammer Ketencoğlu, Mehmet Tez, Demirhan Baylan, Sevan Ataoğlu, Genco Gülan, Emre Koyuncuoğlu, Ayşe Pelin Coşkun, Elif Okay, Funda Bulansoy, Nadire Koçmar, Nur Akalın, Nuri Kaya, Kerim-Selim Altınok, Sabri Özaydın, Belen Ünal, Ümit Özsoy, Nevin Eracar, Tugay Başar, Haluk Polat, Derya Özyurt, Alper Ulaş, Binnaz Akman, Yusuf Murat Şen gibi sanatçılar ve İstanbul Alman Kültür Merkezi, Saadet Ana İlk ve Meslek Okulu ve Altınokta Körler Derneği"de kurumsal olarak katılıyorlar “Serbest Oluşum 1” e.
Müzik, tiyatro, heykel, sinema ve resim alanında serbest üretimleri ilke edinen sanatçılar herhangi bir konu başlığı ya da sanatçıya bağımlılık oluşturacak nedenselliklerden uzak avangard bir eylem bütünü gerçekleştiriyorlar. Elbette yine sessiz durulması gereken bir mekan olan devlet kütüphanesinde konserler veriliyor, film gösterimleri yapılıyor, modern dans gösterileri ve enstalasyonlar bu mekânda kendilerine yaşam buluyor. Bu arada madem kütüphane dedik, 1989 yılında da İstanbul Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesi"nde 7-14 yaş arası çocuklara drama dersleri verdiğim günleri de paylaşmalıyım. O günlerde eğitim verdiğim çocuklardan Duygu"yu tesadüfen MK Dergi"nin editörü olarak görmek ve okumak bambaşka bir heyecan.
Sonuca gelirsek; kültür ve sanatın taşıyıcılığını her yerde yapabilirsiniz. Halklar sanatla her daim her mekânda buluşturulabilmelidir. Mekânlar, hiçbir zaman sanatın özerk ve özgürlüğünün önüne geçemez. İkonların, statülerin korunduğu beton yığınlarının, simgeleştirilmiş mekânlarında su yolunu sanatla değiştirebilirsiniz.
Kütüphaneler birer sanat merkezine neden dönüştürülemez?