3 Ekim'de Türkiye'nin AB'ye tam üyelik müzakerele

3 Ekim'de Türkiye'nin AB'ye tam üyelik müzakerelerinin başlaması kuvvetli olası lık. Sorun bizim açımızdan genellikle ''büyük politakalar'' bağlantısı içinde tartışılıyor. Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanınması, Kürt sorununun demokratikleşme süreci içinde çözülmesi, ''Ermeni soykırımı''nın kabul edilmesi vb... Oysa müzakere süreci ''büyük politika''nın dışında AB müktesebatı olarak nitelenen binlerce küçük ayrıntıdan oluşuyor. Bu küçük ayrıntılar diğer yandan da gündelik hayatı düzenleyen bir özelliğe sahip. Kaldırım yüksekliklerinden, çalışma standartlarına, gıda yönetmeliklerinden, sağlık standartları na uzanan ''organize kapitalizm''in kurulması na yönelik bir dolu direktif, yönetmelik ve yasa…

Yıllardır ''çarpık kapitalizm'' koşullarında yaşamış, kuralsızlığın kural haline geldiği bir düzen ve toplumsal yaşamı ve onun yarattığı yaşam tarzını bu binlerce sayfayı bulan ''yasal'' tedbirlerle değiştirebilmek mümkün olabilecek mi? Üstelik bütün bu kurallar üzerinde son derece ciddi bir ''toplumsal kavganı n'' Avrupa ülkelerinde de sürdüğü göz önüne alınırsa; ''uyum sürecinin'' bir ''toplumsal mücadele'' süreci olarak yaşanacağını söylemek doğru olacaktır.

Kuşkusuz herkesin ayrı bir Avrupa hayali var. Üzerinde uzlaşılmış, temel değerleri saptanmı ş; sorunsuz bir birlik süreci değil söz konusu olan. Öyle olsaydı Irak politikası konusunda Avrupa ülkeleri arasında derin bir bölünme olmazdı; Avrupa Anayasası, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde reddedilmez; Türkiye'nin ''adaylık süreci'' bu denli tartışılmazdı.

Bunun nedeni Avrupa ve Avrupalılık kavramları nın bizzat Birliği oluşturan ülkelerde de tartışılıyor olmasıdır. Üstelik bu tartışma Birliğe esas ruhunu veren ''emperyal yönelimlerin'' de çeşitli bloklara bölünmüş olması ndan kaynaklanmaktadır. İngiltere'nin AB'ye verdiği anlamla; Almanya-Fransa bloğunun verdiği anlam son derece farklılıklar göstermektedir. Bütün bunlara ek olarak Birlik içinde süren toplumsal çatışmaların ve bu toplumsal çatışmaları temsil eden siyasal odakların da farklı farklı politikaların savunucusu olmaları AB'nin tamamlanmış bir süreç olmadığının en temel göstergesidir.

DERİN BÖLÜNME
Türkiye politik arenasının da AB konusunda son derece derin bir bölünme içinde olduğu ortada. AB sürecinin bir ''Sevr süreci'' olduğunu ileri süren milliyetçilerle; ''cennet vaat ettiğini'' ileri süren liberallerin, ya da kendi özgül sorunlarının çözümünde bir fırsat olduğ unu düşünen Kürtlerin, siyasal İslamcıların beklentileri her düzlemde farklılıklar taşıyor.

AB tartışması solu da bölen bir tartışma olarak yaşanıyor. Bugüne değin evet-hayır ikileminde yaşanan; ''havetçilik'' denilen tutumun her iki kanattan da eleştiriler aldığı bir süreç geride kalacak gibi görünüyor. Artık üst başlık tartışmalarından ''metin okumaları'' dönemine geçiyoruz. Ne yazık ki bu konuda yeterli bir hazırlığımız, bütün ayrıntıları emeğin bakış açısından yeniden kurgulayacağımız donanımımız yok.

Oysa değişecek olan esas olarak bizim gündelik hayatımız. ''Çarpık bir kapitalizm'' le, ''organize bir kapitalizm'' altında yaşama seçeneği bizim ''başka bir dünya'' özlemimizin sınırı olamaz; bu ''ilkesel tutum'' son derece doğru ve yitirmememiz gereken bir zemin. Ancak bu ülkenin egemenlerinin yönelimleri aktüel politikanın somut çatı şma alanını oluşturuyor. Bu çatışma alanının dışında kalarak bir toplumsal muhalefet hareketi yaratabilmek mümkün değil. Bu nedenle solun önünde de 3 Ekim sonrasında yeni bir mücadele dönemi açılıyor.