1999yılında Kanal E Televizyonu’nda hazırlayıp sunduğum “Kısa Sınır Tanımaz” adlı programda kısa film çeken sinemacıların hem filmlerini gösteriyor hem de yönetmenleri....

1999yılında Kanal E Televizyonu’nda hazırlayıp sunduğum “Kısa Sınır Tanımaz” adlı programda kısa film çeken sinemacıların hem filmlerini gösteriyor hem de yönetmenleri stüdyoya davet ediyordum. 90 dakika canlı olarak yayınlanan programa, sinema akademisyenleri, yapımcılar, oyuncular, sinema öğrencileri gibi alanın tüm açılarından katılımcı davet ediyorduk. Ebru Yapıcı Ceylan’dan Semir Arslanyürek’e, Şükran Esen’den Yeşim Ustaoğlu’na dek çok değerli konuklar programı izlenir kılıyordu. Ama tv kanalı el değiştirince yani CNBC-E olunca yayın politikası değişti ve bu program da yayından kaldırıldı. Ama o yaşanan süreçte sinemaya inanan destekleyen herkesin yayın saatinde ekranı açtığını biliyorduk. “Kısa Film çekmenin ruhu bağımsız olabilme tutkusudur” sözü de programa gelen her katılımcının damıtılmış sözü oluyordu.

Yanısıra o dönemlerde, bağımsız sinema olarak tanımlanmasa da “sanatsal filmler” diye anılan filmler de çekiliyordu. Ancak çekilen bu filmler hem anlaşılamıyor hem de seyirciyle buluşamıyordu. Buluşamıyordu derken 3-4 bin seyircinin takip ettiği bir proje olarak kalıyordu. Küçük bütçeyle çekilmiş bu filmler, ağır anlatımlarıyla ya da tiyatral oyunculuklarıyla prim yapamadan inzivaya çekiliyorlardı. Derviş Zaim’den Ali Özgentürk’e kadar geniş bir skalada bu örnekleri çoğaltabiliriz. 2000’li yıllara geldiğimizde ise, Bağımsız sinemanın kendini var edebilme koşullarının olgunlaştığını hatta, N.Bilge Ceylan’ın Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü aldığı bu yıl tam da karşılığını bulduğunu söyleyebiliriz.

Bir bağımsız sinemacı için kendini varedebilmenin zirvesi denebilecek bu değerli başarı, hem ülke bağımsız sinemacıları için hem de bağımsız sinemanın seyirci oluşturabilmesi için gerekli reklamı bir çırpıda yapmayı başarıveriyordu. Şimdi, yam da bağımsız sinemanın eğlence sineması gibi özel seyircisinin oluşma vakti. İşte tam bu süreçte Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu’nun, kısa film çekenlere, bağımsız sinemacılara kasa kapılarını ardına kadar açacağı beklentisi oluşmuşken, seçiciler kurulunun 43’ü ilk film toplam 65 projeyi desteklemeye uygun bulmadığını açıklaması ise bizi yeniden hayal kırıklığına uğrattı.

Destek alamayan yönetmenler arasında yer alan, Tayfun Pirselimoğlu ile geçen hafta içerisinde bir kafede oturduk. Karşımda oturan yönetmen 35 ülkede filmleri gösterilen, Uluslararası film festivallerinde jüri üyeliği yapmış biri (Geçen cuma tarihli BirGün’de bu söyleşiden yansıyan cümleleri sizinle paylaşmıştım) Orada çok değinemediğim bağımsız sinema konusunda da sözleri vardı Pirselimoğlu"nun.Yeri gelmişken hem onun çıkarımlarını hem kendi görüşlerimi aktaracağım. Şöyle diyor Pirselimoğlu “Nasıl olur da destek başvurularımızın üzerleri çizilir anlaşılır gibi değil gerçekten. Bağımsız sinemanın bağımsız olması istenmiyor mu acaba diye düşünmeden edemezken, Fransa Almanya Hollanda İngiltere gibi ülkelerde sinemacılar gerçekten çok şanslı. Kendi kültürünü var etmek için çabalayan yapımcılara, projelere, bir dolu fonlar var. Kendilerini belediyeler desteklyor. Bir belediye bir filmi alıp 1 sene salonlarında gösterebiliyor. Bu hem yapımcının hem de yönetmenin maddi açıdan rahatlamasına neden oluyor. Bakanlıklar destekledikleri projelerin dünya festivallerinden ödüllerle dönmesiyle hem gurur duyuyor hem de kendi başarılarıymış gibi övünebiliyorlar. Gerçi Avrupa’da da bu fonlarda dünya ekonomisine paralel küçülme başladı ama küçülse bile bizdeki gibi kapalı kapılar ardında değil herşey.

Bu tür uygulamalar ülkemiz sinemacılarını bağımsız sinemaya yönelten etkenler arasında sayılabilir. Nasıl ki bağımsız sinemada karşımıza deşifre etmemiz gereken kodlar çıkıyor ve onları çözdüğümüz zaman bambaşka bir paylaşımda bulunuyorsak seyirci sayısının artması için de bağımsız sinemaya destek olunması gerekir.”

Pirselimoğlu’nun bu sözlerinden sonra, bağımsız sinema seyircisinden neden söz edemediğimizi anlar gibi oluyoruz. Eğlence sineması, seyircisini katmış önüne güle oynaya yol alırken bağımsız sinemanın bağımsız seyircilerinde neden artış olmadığını da anlıyoruz. Ama destekler çoğaldığında bağımsız sinemanın da seyircisinin oluşacağı muhakkak. Ancak varolan televizyon kültürü, gaz odalarına dönüştürdüğü evlerde eğlence ve kredi kartlı lüks yaşamların belgesellerini sevdirmeye devam ediyor.

Yanısıra yeni izleme fırsatı bulduğum, “Rıza” filmi için de bir iki cümle söylemeliyim..TV’nin yarattığı görme ve algıma biçimlerindeki zedelenme, yönetmenin bu filminde çok iyi kurgulanmış . Bir karakter için zaman ağır akıyorken ordaki diğer figürler için farklı zaman akması da ustaca verilmiş. Kendi sıkıntıları ile yüz yüze gelmek istemeyen eğlence sineması seyircisi için, bağımsız sinema zor deşifre edilebilir belki, ancak bağımsız sinemanın da eğlence sinemasının seyircisini geçeceği günler çok uzakta değil.