Tophane'deki sanat galerilerini hedef alan saldırı gündeme oturdu. Gerçi çabuk unutulur, daha önceki örneklerde olduğu gibi...

Tophane’deki sanat galerilerini hedef alan saldırı gündeme oturdu. Gerçi çabuk unutulur, daha önceki örneklerde olduğu gibi... Ta ki “yenisi” gerçekleşene kadar.

“Yenisi”?

Evet, çok muhtemeldir ki, benzer saldırıları önümüzdeki dönemde daha sık yaşayacağız. Aksini düşünmek için hiçbir sebebimiz yok, maalesef. Bunun için ya safdillik derecesinde ‘iyimser’ olmak ya da devletin ve hükümetin sözcülerinin “münferit”, “spontane” gibi olayı geçiştirmeye ve önemsizleştirmeye dönük bilinçli söylemlerine inanacak kadar Türkiye gerçeğinden uzak olmak lazım.

* * *

Olayın ardından yapılan yorumlarda, Tophane’nin Galataport projesi dolayısıyla önemli bir rant alanına dönüştüğü, mahalle sakinlerinin yerlerinden-yurtlarından olacakları endişesi taşıdıkları söylendi. Doğrudur. Daha önce İstanbul’un başka kentsel dönüşüm alanlarında oturanların başına gelenleri, Tophaneliler de yaşayacak. İyi de, bu endişenin söz konusu saldırıyla ilişkisini nasıl kuruyorlar onu tam anlayamadım. Buradaki galeriler mi Galataport projesinin sahibi? Öfkelerinin hedefinin kentsel dönüşümle rant alanları yaratma politikasının uygulayıcısı hükümet ve belediye olması gerekmez mi? Oysa bu bölge iktidarın oy depolarından biri.

Meselenin ‘sosyolojik’ boyutuna dair başka saptamalar da var. Tophane’nin ağırlıkla Siirtli ve Bingöllü sakinleri, ‘yukarı mahallelerden’, Cihangir’den, İstiklal Caddesi’nden, Fransız sokağından kendi yaşam alanlarına doğru ‘sızan’ hayat tarzına karşı tepkililer. Nedir bu ‘sızma’? Açıkcası önüne geçilmesi pek de mümkün olamayan ticari bir süreç. Malum, Beyoğlu ve havalisi İstanbul’un eğlence merkezi. İstiklal Caddesi merkez olmak üzere, içkili restoranlar, barlar, kafeler, hosteller, galeriler vb, zaman içinde kuzeye (Tarlabaşı) ve güneye (Galata ve Tophane) doğru genişledi. Buralardaki (mahallesine bağlı olarak kriminal ya da muhafazakar) hayatın içine bitişti.

Bahse konu bölgede uzun süre oturdum. Hatta saldırının yaşandığı yerin bir-iki sokak üstünde. O esnaftan alışveriş yaptım. Oradaki lokantalarda yemek yedim. Bir kısmıyla ahbap oldum. Biliyorum, bu durumdan başlangıçta hoşnuttular. “İşleri açılıyordu”. Ama öyle anlaşılıyor ki, artık süreci kendi hayat tarzlarını “tehdit eden” ve durdurmaları giderek imkansızlaşan bir tehlike olarak algılamaya başladılar. Sahibi ehli sünnet bir hacı amca da olsa, dükkanını bir verene değil, üç verene kiralayacak. Kiralıyor da.

* * *

‘Sosyolojik’ tepkinin ‘siyaset’le kesiştiği ve şiddete dönüştüğü yer, tam da burası: İdeolojik ve siyasi hakimiyetin tesis edildiği, hayat tarzının büyük ölçüde homojenleştirildiği bir bölgenin kaybedilmesi tehlikesi. Burada siyasetin öncelikli rolü, şiddetin önünü açacak bir iklime karşı müsamahakar, hatta teşvik edici tutumu.

Şöyle müsamahakar: Vali ilk açıklamasında, saldırının içkiyle ilgili olmadığını, galerideki davetlilerin yolu tıkadıklarını, bu nedenle spontane bir olay yaşandığını söylüyor. Yani bir kısım mahalle sakinin ertesi gün bile açıkca “burada içki içirtmeyiz” dediği yerde Vali, “içkiyle ilgisi yok” diyebiliyor ve saldırıyı anlık bir hadise olarak yorumluyor. Nitekim 30 kişinin taşlı, sopalı, biber gazlı saldırısının ardından yedi kişi gözaltına alınıyor ve hemen serbest bırakılıyor.

Bunun, saldırganın algısında tek bir anlamı vardır: Ülkedeki şartlar, farklı yaşam tarzlarını sindirmek için “aktif tutum takınmaya” elverişlidir. Göstermelik bir-iki soruşturmayla geçiştirilecektir, yapılanın bir bedeli olmayacaktır.

Şöyle teşvik edici: Milli Gazete ve Vakit gazetelerinin konuyla ilgili haberlerine bakın.

Milli Gazete, “Olay, içki içenlerin tesettürlü kadınlara laf atmasıyla başladı” diyor ve ekliyor: “Açılış esnasında bazı alkol kullananlar, yoldan geçen iki tesettürlü kadına laf atmış, ‘Vay yobazlar, burda böyle olur mu? Böyle giyinilir mi?’ olay bundan patlak vermiş. İçkiyle ilgili değil.”

Vakit, “Yüzde 42’nin ilk denemesi. Galeri sokağında alkollü terör! Laikçi provokasyon” diyor. Ona göre içki içenler iki tesettürlü bayana hakaret etmiş ve “Laiklik elden gidiyor”, “İrtica hortladı” diye bağrışmışlar.

Bunların aleni bir çarpıtma olduğunu söylemeye gerek yok. Bir de kullanılan dile dikkat: “Vay yobazlar, böyle giyinilir mi?”, “Laiklik elden gidiyor”, “İrtica hortladı!” Birazcık inandırıcı olalım gibi bir sorunları bile yok. Malum zamanların “komünistler cami yaktı” provokasyonundan bir adım ileri değil. Hâlâ aynı hamhalatlık sürüyor.

“Canım, Vakit’i, Milli Gazete’yi biliyoruz. Zaten başka türlü yazmazlardı” demeyin. Çünkü saldırı yapılan yerde en çok okunan gazeteler bunlar. “Teşvik edici” dememin nedeni de zaten bu. Yoksa AKP’ye destek veren liberallerin merkez medyada “böyle şeyler çok ayıp” türü yazılarının Tophane (ve benzeri yerlerin) ahalisi üzerinde zerre kadar kıymeti yok.

Konunun bir başka yüzü daha var. Ve hiç de önemsiz değil. Saldırgan için ‘cesaret verici’ ortam, bilmem dikkat ettiniz mi, hiç beklenmedik kesimlerde ‘korku’ vesilesi oluyor. Ortada açık bir haydutluk varken, “acaba galericiler ve davetliler rahatsız edici ne yaptı”, “sergilenen eserler de biraz kışkırtıcıymış” türü laflarla saldırının adeta meşrulaştırılacağı söylemlere çanak tutulabiliyor.

İşte bu korku yaygınlaşmaya başlayıp yerleştiği zaman, söylenecek tek şey var: Geçmiş olsun!