Solcular meselelere ideolojik bakar. Tıpkı Çongar ve Kütahyalı’nın ya da 12 Eylül generallerinin ve Başbakan’ın baktığı gibi...

İdeoloji, bilindiği üzere, modernleşme boyunca üzerinde epey kafa yorulmuş, farklı tartışma düzlemlerinde farklı manaların yüklendiği çetrefil bir mesele. Elbette bu pazar yazısında konuyu abartacak değilim; kaldı ki niyetlensem bile benim boyumu aşar. Lakin şu kadarını söyleyebilirim. Birincisi, kavramın teorik-epistemolojik bir yönü var; yani ideolojinin oluşumu (ya da üretimi) ve işleyişi üzerine yapılan derin tartışmalar... Bireylerin ya da toplumun hem maddi koşullardan beslenen hem de o maddi koşulların işleyişine etkili olan düşünme tarzı... Bir de yaygın kullanımı var; bu dünyaya dair bakışınızı ve niyetlerinizi ifade eden fikirler toplamı.

•••

Yakın tarihimizde, “konuya ideolojik yaklaşmak” gibi bir ‘suç’tan, hadi diyelim ki bir ‘kabahat’ten bahsedildiğine sık sık tanık olduk.

Bunun en uç örneği 12 Eylülcüler’di. Darbeci generallerin en sık başvurdukları klişelerden birinin “sapık ideolojiler” olduğunu herhalde hatırlarsınız. Sözgelimi komünizm. Yani komünistseniz, darbeciler açısından bir tür ‘hasta’ idiniz; tehlikeli ve tedavisi pek mümkün olmayan, imha cihetine gidilmesinde sayısız fayda olan... Nitekim, cuntanın başı “ipe çekmenin beslemekten daha evlâ olduğunu” söylemişti.

Şimdilerde de başvurulan bir argüman ‘ideolojik olmak’ ve bunun ‘fenalıkları’.

•••

Dikkat ettiyseniz, Başbakan da sık sık müracaat ediyor ‘ideolojik’ meselesine... Ne zaman? Genellikle soldan, emek cephesinden gelen muhalefete cevap verirken. Özelleştirmelere karşı mı çıkılıyor; Başbakan hemen durumu tespit ediyor: “Bunlar ideolojik davranışlar!”

Ya da sendikalar 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak mı istiyor; yine aynı tespit: “İdeolojik!” Hatta bunu derken, arada bir şunu da ilave etmekten geri durmuyor: “Artık dünyada hiçbir hükmü kalmamış vb.”

Başbakan aslında ahalinin bilinç altına sesleniyor: “Bunlar komünist!”

•••

Haydi Başbakan’ı bir noktaya kadar anlıyorum. Sıkıştıkları zaman demagoji yapmak politikacılarının en temel vasıflarındandır. Başbakan da müstesna değil. Lakin siyasal seçimlerine katılmasak bile aklına iyi-kötü güvendiğimiz bazı yazarların ‘ideolojik’ meselesini darbeci generaller ya da Başbakan düzeyinde kullanması biraz tuhaf oluyor.

Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yasemin Çongar köşesinde geçenlerde “İdeolojik bilim, ideolojik yargı, ideolojik sol” başlıklı bir yazı yazdı. Önce gülüp geçmeyi düşündüm. Fakat, bu ve benzeri fikirlerin solcu bildiğimiz bazı çevrelerde de paylaşıldığını görünce, hadiseye müdahil olma ihtiyacı hasıl oldu.

•••

Yazıya gelirsek... Çongar ‘edebi’ ve ‘dramatik’ bir girişin ardından Şerif Mardin’e kızan ‘laikçilere’, AKP’ye kapatma davası açan savcıya verip veriştiriyor. Buraya kadar ‘bizi’ ilgilendiren fazla birşey yok. Ama ve üstelik aynı cepheye eklemleyerek sola da girişiyor. “Deniz’lerin yolunun tartışmaya açılmasını hazmedemeyen solcular, Şerif Mardin’e cephe açan laikçiler, kapatma davaları ve muhtıralarla işe koyulmuş darbeci yargıçlar...

Nasıl da uyumlu bir güruh...” ‘Hepimizin’, yani laikçilerin, darbecilerin ve sosyalistlerin ortak paydası ‘ideolojik’ olmakmış!

Yasemin Çongar, solun ‘ideolojik’ olduğu yargısına, Taraf gazetesinin forum sayfasında, 68 devrimci hareketinin mirası üzerine Rasim Ozan Kütahyalı’nın bir yazısına gelen tepkilerden yola çıkarak ulaşmış. Çongar’ın ifadesiyle, Kütahyalı, “Deniz’lerin zihniyetindeki ulusalcı, yabancı düşmanı çizgileri” ortaya koymuş (sözkonusu yazının ciddiye alınacak bir yanı yok, Türkiye’deki 68 hareketini ve devamındaki devrimci mücadeleyi şimdilerde Türk Solu adı altında faşistlik yapanlarla karıştıracak kadar olup bitenden habersiz); solcular da buna bozulmuş. Niye? Çünkü onlar konuya ideolojik bakıyorlarmış!

Peki nasıl bakacaktık?

Ya da Kütahyalı ve Çongar nasıl bakıyor?

Sorulara kendim cevap vereyim. Evet, solcular bu meselelere ideolojik bakar. Tıpkı Çongar ve Kütahyalı’nın baktığı gibi. Ya da 12 Eylül generallerinin (faşizm) ve Başbakan’ın (neoliberal-islamcı) baktığı gibi... Bu yazının ilk paragrafının son cümlesinde ifade edilen ideoloji anlamında... Yani bu dünyaya dair bakışımızı ve niyetlerimizi ifade eden fikirler toplamının ışığında...

•••

Sözgelimi marksistler, bu memleketteki siyasal, sosyal, ekonomik olaylara, toplumsal mücadelelere sınıf temelli bakarlar. Yaşayageldiğimiz siyasi süreçler son tahlilde sınıf mücadelesinin türlü biçimleridir. Bu bakışı beğenmezsiniz, karşı çıkarsınız... Bunu yaparken de “öyle değil, şöyle bakmak lazım” dersiniz. Ama ortaya “bu bakış ideolojik, o halde yanlış” gibi saçma sapan bir argümanla çıkmazsınız. Yasemin Çongar’a yardımcı olmak anlamında, onun ideolojik bakışını da şöyle özetleyebiliriz: “Toplumsal süreçler sınıf ilişkilerinden ve çatışmalarından soyutlanmış bir devlet-toplum karşıtlığı üzerinden gelişir!” Buna Türkiye’de kısaca sağ ya da sol liberalizm diyoruz. Ve kendisi gayet tanıdık bir ideolojidir.

•••

Geriye Yasemin Çongar’ın ideolojik değil de, nasıl baktığı meselesi kalıyor. Ya da şöyle diyelim, nasıl baktığını sandığı! Mesela, “Toplumsal hayattan, o hayatın bir parçası olan küreselleşmeden kopuk, dünyayı anlamayan bir anti-emperyalist söyleme hapsolmuş, ideolojik bir sol” derken... Sanırım Çongar, artık en iflah olmaz neoliberallerin bile bunları söylediklerinde alay konusu olacaklarını bildikleri ölçüde modası geçmiş ‘fikirlerini’ bilimsel zannediyor. Yasemin Çongar’ın haberi yok galiba, biz bu ‘bilimselliğe’ Lyssenkoculuk diyoruz. Yani ideolojinin bilim diye yutturulması.

Hazin, insan bazen farkında olmadan liberalizmden Stalinizm’e savrulabiliyor.