Daha önce size bundan söz etmiş miydim, emin olamadım. Ben tatile çıkmayı sevmem. Aslında çalışmaya da çok sıcak baktığım söylenemez. Yani tembel bir insan olduğum için...

Daha önce size bundan söz etmiş miydim, emin olamadım. Ben tatile çıkmayı sevmem.

Aslında çalışmaya da çok sıcak baktığım söylenemez. Yani tembel bir insan olduğum için değil, ücretli emek düzeninde çalışmanın bir zorunluluk olmasından. Zaten tatili sevmememin nedeni de bu. Hani işe gider gibi gidilen tasarlanmış yıllık izinlerden söz ediyorum. Hazırlıklar, rezervasyonlar, güya bir hevesle gitmeler, yorgun argın dönmeler... Belki de iyi bir tatil yapmanın yolunu yordamını çok bilmediğim için bu sıkıntı duygusunu yaşıyorum.

•••

Yollarda gördüğüm tatilciler de sinirlerimi bozar. Yola çıkmadan tatil kıyafetlerini giyerler. Renkli şortlar, sandalet ya da parmak arası terlikler falan... Cihangir’de oturduğum yıllarda Gümüşsuyu’ndaki otobüs terminallerinin önünde görürdüm onları.

Yol boyunca benzinliklerde de rastgelirsiniz. Yazlığa gidenler genellikle maailedir; kayınvalide, gürültücü çocuklar... Bodrum müdavimleri adeta ‘cool’durlar, stil sahibi... Emekliler vardır bir de... Daha ziyade Marmara civarında bir yerlere giderler.

Nerenin nesi meşhursa illa oradan onu almak, yemek gibi bir takıntıları vardır tatilcilerin. Edremit’ten zeytinyağ alırlar, Tekirdağ’da köfte yerler... Bursa’da İskender, kestane şekeri... Bursalılar bağışlasın, özellikle bu kestane şekerine tahammül edemiyorum. Üniversitede âşık olduğum kız Bursalıydı. ‘Memleketten’ dönerken bir kutu getirmişti, mecburen yemiştim “çok severim çok severim” diye... O oldu. Neyse...

•••

Tatil beldelerinde her şey bir yalan üzerine kuruludur. Çünkü gerçek dünyanın dışında, sahte bir hayat tarzıdır tatil. Hakiki hayatında kimse her gün öğlene doğru uyanmaz. Zaten buna izin vermezler. Ya da hiç kimse sabahtan akşama kadar defalarca kıyafet değiştirmez. Evet, tatil beldelerinde böyle tipler vardır. Oteline ya da pansiyonuna her girdiğinde dışarı farklı bir kıyafetle çıkar.

Sabah bir yere oturursunuz, hem iki lokma atıştırıp hem de gazeteleri okumaktır niyetiniz. Hemen arkanızdaki masada oturan çift de aynı şeyi yapmaktadır. Ama onlar gazetelerini yüksek sesle birbirlerine okurlar. Kafanız oraya takılır ve sabah kahvaltısı tam bir sinir harbine döner.

Bir de tatil yerlerindeki solcular ve Beşiktaşlılar arasında beni tanıyanlar çıkar. Özellikle hem solcu hem Beşiktaşlı olanlar ki, sayıları az değildir. Siyaset ya da Beşiktaş üzerine, Çarşı üzerine konuşmak isterler. Oysa tatildeyimdir ve bu konularda uzun uzun konuşmak yorucudur.

Hasılı, akşam üzeri sahilde ağır ağır dolaşmalar, yanık tenler, gürültülü barlar... İçkinin su gibi akması... Gençlerin çok eğleniyoruz halleri... Yaz aşkı yaşamak için giriştikleri olmadık manevralar... Hepsi çok sıkıcıdır. Ya da bana öyle gelir.

•••

En kötüsü ise, her tatilden dönülüyor olmasıdır. O son gün, hep gelir ve kendinizi yorgun hissedersiniz. Oysa insanın doğası, her daim tatilde olmayı ister, gezip tozmayı... Arada bir çalışmanın da elbette faydası vardır. İsteğe bağlı olmak kaydıyla...

Dönüş yolu tek kelimeyle korkunçtur. Feribotlara yetişme telaşı... Turnikelere başkasından önce ulaşma yarışı... Yollarda birbirlerinin azraili kesilen hırslı orta sınıflar... Umut kırıcı şeylerdir bunlar.

•••

“Memleket yıkılıyor; Ergenekon davası, Anayasa Mahkemesi’nin AKP kararı, masum insanları hedef alan kör terör... Sen kestane şekerinden, yanık tenlerden, dönüş yolundan bahsediyorsun” diyorsunuz belki de... Sorun şu; ben bir süre tatil yapacağım. Muhtemelen siz de sıkılmışsınızdır, köşelere konulan “yazarımız yıllık izninin bir kısmını...” duyurularından... O bakımdan kısa bir tatil yazısıyla veda edeyim dedim. Görüşmek üzere.