WikiLeaks’in yayınladığı belgelerle başı derde girenlerin ilk tepkileri, öne sürülen iddiaların dedikodudan ibaret olduğuydu.

WikiLeaks’in yayınladığı belgelerle başı derde girenlerin ilk tepkileri, öne sürülen iddiaların dedikodudan ibaret olduğuydu. Yanısıra, yalan, iftira, alçaklık vb sıfatlar da yakıştırıldı. En çok sinirlenenlerin başında da Erdoğan var. Esip gürledi. Kendince basını tehdit ediyor. Yazmayın bunları, diye... Allaşkına, dünyada bu iddiaları artık bilmeyen mi var? Neyi engellemeye çalışıyorsun! Üstelik iddiaları biz ortaya atmışız gibi... Benim “babamın oğlu” söylememiş bunları, deyim yerindeyse “senin amcanın oğlundan” geliyor iddialar... Stratejik ortağının memurları rapor etmişler “merkeze”.

İsviçre’de 8 ayrı banka hesabı yokmuş. Amenna! Sorun zaten bu değil. Sorun, ömrünün önemli bir bölümünü kamu görevlisi olarak geçirmiş Erdoğan’ın (akraba ve hısımlarıyla birlikte) bugün nasıl olup da bu kadar ciddi bir servete sahip olabildiği sorusunu bu ülkede yaşayan herkesin aklından geçiriyor olmasıdır. Bunlar da zamanı gelince anlaşılır.

* * *

Peki, -sahte olmadığı kesin olan- bu belgeler kimilerinin iddia ettiği gibi dedikodudan mı ibaret?  Tabii ki değil. Ama bu yazılan herşeye inanmamız anlamına gelmiyor.

Bu biraz ABD Dışişlerinin ve istihbaratının nasıl çalıştığı ile ilgili bir mesele... Anlaşılan o ki Washington Dışişleri personelinden –işe yarar ya da yaramaz- her türden bilgi, kanaat, duyum vb’nin kendisine ulaştırılmasını istiyor. Buna “saha raporları” diyorlar. Öte yandan, herkesin bildiği bir gerçek de ABD Dışişleri örgütlenmesinin Haberalma Teşkilatı (CIA) ile yer yer içiçe bir yapılanmaya sahip olduğudur. Yabancı ülkelerde faaliyet göateren CIA ajanlarının bir bölümü o ülkedeki elçiliklerin, ticari ataşeliklerin kadrosu içinde görünürler. Dolayısıyla resmi kurumların aleni çalışmalarıyla istihbarat faaliyetleri kimi zaman örtüşür, hatta kimi zaman “çatışır”. Resmi görevli kisvesi altındaki CIA mensuplarının, bazı operasyonları yüzlerine bulaştırmaları nedeniyle –işleri “iyi polisi” oynamak olan- diplomatları zor durumda bırakmalarının istihbarat tarihinde çok sayıda örneği vardır.

Neyse, dediğimiz gibi, belli ki sahada toplanan bilgi, belge, duyum vb Washington’a giderken ciddi bir süzgeçten geçmiyor, o iş “merkez”e bırakılıyor. Dışişlerinin politikasına yön veren ise merkezdeki analistlerin nihai raporları oluyor. 

Bütün bunlara rağmen, bazı noktaların altını çizmek gerekirse... Evet, her iddia doğru olmayabilir ama bunlardan birkaçının bile doğru olması yeter de artar bile! Düşünsenize, yolsuzlukların Başbakan Erdoğan’ı işaret ettiği, eski İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’nun uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı, oğlu Murat Aksu’nun mafyayla bağlantılı olduğu, hükümet içinde bazı bakanların diğer bakanları ABD’ye jurnallediği... Ya bütün bu iddialardan biri bile doğruysa? Üstelik, toplam belgenin henüz binde biri, Türkiye’yi konu alanların ise 250’de biri günışığına çıkmış durumda.

* * *

WikiLeaks belgeleri iki gerçeği daha gözler önüne serdi.

İlki, dünyanın “önde gelen” kalantorlarının, devlet başkanlarından krallara, bakanlardan başbakanlara kadar bütün muktedirlerin, televizyon kameraları karşısında sergiledikleri “vakur”, “aklı başında”, “mesuliyet sahibi” duruşlarının gerisinde büyük bir ikiyüzlülüğü barındırdıkları, yüzlerine güldüklerinin kuyusunu kazmakta  tereddüt etmedikleri anlaşıldı.

İkincisi, Türkiye açısından hazin bir tabloya işaret ediyor: Ülkenin dışişlerinden ordusuna, hükümet partisinden parlamentosuna kadar bütün belli başlı kurumlarında ABD görevlileri ile “istişarede bulunan” –deyim yerindeyse- gönüllü köstebekler var. Tek kelimeyle utanç verici.

Son bir hususun daha altını çizelim. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Bazı şeyler süzgeçten geçiriliyor. Bir sistematiği olduğu kanaatindeyim. Burada bir amaç varmış gibi geliyor bana” yorumu yaptı. Birçokları bir “kurtarıcı” gibi bu kuşkunun arkasına saklanmaya çalışıyor.

Haklılar ama “yemezler”!

Haklılar; çünkü WikiLeaks ile ilgili gerçek, hâlâ bir sis perdesinin arkasında. Adalet ve hakikat arayışında gözü kara serdengeçtilerle mi karşı karşıyayız, yoksa yeni yüzyılın ilk büyük manipülasyonuyla mı? Bunu henüz bilmiyoruz.

“Yemezler”, çünkü bu hiç birşeyi değiştirmez. Nedeni basit: Manipülasyonlar sadece yalanlar üzerine kurulmaz.