Kapitalizmi en iyi tanımlayan sözlerden ikisi bence “kapitalizmin çılgın mantığı” ve “yaratıcı tahribat” ifadeleridir. Bunlardan birincisi, bir İngiliz Marksistine ait, kusura bakmayın adını yine...

Kapitalizmi en iyi tanımlayan sözlerden ikisi bence “kapitalizmin çılgın mantığı” ve “yaratıcı tahribat” ifadeleridir. Bunlardan birincisi, bir İngiliz Marksistine ait, kusura bakmayın adını yine unuttum. İkincisi ise, kapitalist düşüncenin bence üç abidesinden biri olan Schumpeter’e ait. (Diğer ikisi, Hayek ve Kalecki’dir. Geçerken, İngiliz-Amerikan hâkim düşüncesi bu üç adamı kenara itti, Keynes’i bile Yeni Keynesçilik adı altında içini boşaltarak ana akıma dahil etti.)

Yaratıcı tahribat öyle bir hale geldi ki kapitalizmin düsturu sanki “birikim, birikim, birikim” değil de “yarat, yarat, yarat” haline geldi. İnsanı yaratıcılıktan bıktırdılar. Ben en son bir neslin süresini 25 yıl olarak biliyordum, Can Ertel’den öğrendiğime göre 5 yıla inmiş. Yaratıcılığın getirdiği değişim hızı yüzünden ruhumuzun kendi sesini duyamaz hale gelişini inceleyen bir psikiyatri dalı olmalı herhalde, vardır belki de. “Yaratıcı tahribat” derken Schumpeter, ‘kapitalist yaratıcılığın dünyanın kaynaklarını nasıl boşuna tükettiğini, insanın emek harcayarak ürettiklerini nasıl değersiz kıldığını’ anlatmak istemişti. Şimdi ise yaratıcılık insan ruhunu da tüketiyor, toplum hayatı kavramını elle tutulamaz hale getiriyor.

Acaba bu yaratıcılık bilim ve teknolojideki gelişme hızı artışının doğal sonucu mu, böyle düşünebilir miyiz? Çünkü bilim ve teknolojinin tamamen kapitalizmin emrinde olduğu tezi doğru değildir. Bu, bence varolan Marksizm’in önemli yanılgılarından biridir ve bu yanılgı kendisi olmakla kalmaz, kritik uzantıları vardır. Bilim ve teknolojinin kendi iç hayatı, kendi iç dinamiği de vardır. Bu sorunun cevabı bir köşe yazısında kısaca verilebilecek kadar geliştirilebilmiş değildir. ‘Acaba sosyalizm altında insan yaratıcılığının seyri farklı olabilir mi?’ diye sorsak, bunun da cevabını bilmiyoruz, zaten şimdiden bilebiliyor olmamız insanın bilebilirliğinin doğasına aykırıdır.

Öyleyse ne yapabiliriz? Sanırım günümüzün tabularından biri haline gelen “yaratıcılığı” sorgulamanın zamanı gelmiştir. Bu çok zor bir iştir. Çünkü hayatımızı kolaylaştırmış olan her ne varsa, onu, yaratıcılığa borçluyuz. Öte yandan, hayatımızı zorlaştıran şeylerin çoğunu da ona borçluyuz. Bunları yazan ise yaratıcılığın hızlanmasından yorgun düşen 57 yaşında bir adam. Belki şikâyetçi olup olmadığını önce 15 yaşında birine sormak lazım.

Yaratıcılığı sorgularken ilk yapılması gereken onun gerçeğini iyi anlamak tabii. Nihayetinde doğal gidişata müdahale etmemeyi bilimsel bulmaktayız günümüzde, doğal gidişatın hangisi olduğunu ayırt edebilmemiz giderek güçleştiği halde! Zor iş kısacası. Ben sadece yaratıcılık fetişizmine düşmeyelim, onu da sorgulanması gereken bir şey olarak görelim demek istedim ve bana sorarsanız bu konuda geç bile kaldık.