Sistemi krizden kurtarmak için ABD ve Avrupa hükümetleri şimdiye kadar 2 trilyon dolar civarında para harcadı. Konuşulan hep bunun krizi önlemeye yetip yetmeyeceği oldu. Oysa bunun...

Sistemi krizden kurtarmak için ABD ve Avrupa hükümetleri şimdiye kadar 2 trilyon dolar civarında para harcadı. Konuşulan hep bunun krizi önlemeye yetip yetmeyeceği oldu. Oysa bunun bir de öteki yüzü var: Bu 2 trilyon nereden finanse edilecek? Vergi mükelleflerinden alıp batık kurumlara veriyorlar deyip durduk ama acaba bu kadar basit miydi? Bu konuda yazı aradım. Taramalarımı yaparken aklımda hep bu vardı. Sonunda buldum. WSWS sitesinde 23 Ekim tarihinde John Chan imzasıyla yayımlanan yazı tam da bu konuyu ele aldı. Aşağıda okuyacaklarınız büyük ölçüde bu yazıdan alınmıştır.

ABD o kadar borçlu ki başlangıçta harcadığı 700 milyar doları finanse etmek için önümüzdeki yıl 1.3 trilyon dolarlık yeni tahvil çıkaracak. Peki bu tahvilleri kim alacak? Bu noktada gözler başta Çin olmak üzere Asya ülkelerine döndü, çünkü onların 4.35 trilyon dolar rezervi var. Nitekim Fransa hükümeti kriz için yaptığı harcamaların tek kuruşunu bile vergi mükelleflerinden almayacağını, uluslararası kredi piyasalarına başvuracağını açıkladı. Burada kastedilen Asya ve Ortadoğu piyasaları. Kısacası bu ülkelerin mal ve petrol ihracatı ile elde ettiği dolar birikimleri. Peki onlar neden artık hiç de cazip olmayan ABD tahvillerini alsınlar? Burada karşılıklı çıkarlar söz konusu. Çin şu andaki dünya sisteminin batmasını istemez, belki kendi işine gelen değişiklikler ister ama batmasını istemez. Çünkü bu sistem sayesinde muazzam bir ekonomik büyüme sağlıyor ve geleceğin büyük dünya gücü olmaya aday. Daha somut ifade edersek Çin mallarının en büyük pazarı ABD ve dolayısıyla Çin bu pazarın daralmasını istemez. Doların fazla değer kaybetmesini de istemez, çünkü elindeki döviz rezervlerinin büyük kısmı dolar cinsinden. Nihayet Çin dünyanın en büyük döviz rezervine sahip, 1.9 trilyon dolar kadar. Bütün bunları bir araya getirince ABD’nin kurtarma (aslında sisteme güveni sağlama) operasyonlarının en azından önemli bir kısmını Çin’in finanse etmesi makul görünüyor. Ne var ki burada iki sorun var. Birincisi Çin bunu yaparken karşılığında tabii ki bir şeyler isteyecek, ABD’nin tavrını Çin’in ne isteyeceği belirler. Bunu bilmiyoruz (mesela G-7 üyeliği olabilir deniyor) ama ABD için can sıkıcı bir durum.

İkincisi ise Çin’in ekonomik sorunları: Söylendiğine göre Çin rezervlerinin bir kısmını ABD tahvili şeklinde tutuyor ve bunların bir kısmı da son krizde eridi. Dolayısıyla Çin’in aslında 600-800 milyar dolar arasında bir rezervi var ve bunun da bir kısmı avroya dayalı kaynaklar. Kaldı ki Çin kalanın bir kısmı ile yeni ABD tahvili alsa bile bunun büyük mali kayba neden olacağından korkuyor (dolar düşerse veya yine batak durumu olursa diye). Burada da bitmiyor: Çin ekonomisinde büyüme oranı düşüyor. Bu nedenle Çin hükümeti altyapı yatırımlarını hızlandırmayı, çiftçileri sübvanse etmeyi, ihracata vergi iadesini filan düşünüyor ve bunun için de 400 milyar dolar ayrıldığı söyleniyor. Çünkü Çin, büyümesini yüzde 8’e bile düşürse (öteki ekonomilerin şu sıralar rüyalarında göremeyecekleri bir rakam) çok zor durumda kalıyor. Bunun da nedeni yılda 24 milyondan fazla iş yaratmak zorunda olması. Dolayısıyla işsizlikte patlama ve ardından sosyal patlama olmaması için büyümesini yüzde 9-10’un altına indirmemek zorunda. Kaldı ki ABD ve Avrupa piyasalarında krizin neden olduğu ve giderek artacağı tahmin edilen daralma, ekonomisinin motoru ihracat sektörü olan Çin’i bayağı kötü vuracak. Çin bu nedenle de ciddi işsizlik artışı tehdidi karşısında. Bu ülkenin sanayi merkezlerinde sarsıntı şimdiden başlamış durumda.

Görüldüğü gibi, nereden bakılırsa bakılsın karamsarlığı artıran bir dünya tablosu karşısındayız. Immanuel Wallerstein’in daha evvel kaydettiğim sözleri ile bitirelim: “Resesyon gelir mi, ne zaman gibi yazılara bir dakikanızı bile ayırmayın, büyük bir depresyon geliyor ve henüz bunun başlangıcındayız.”