Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Ege sorunu, Alevi sorunu, irtica sorunu vb. Bu ülkenin neden hep sorunları var?

Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Ege sorunu, Alevi sorunu, irtica sorunu vb. Bu ülkenin neden hep sorunları var? Yıllardır sürüp giden ve karmaşık bir yumak haline dönüşen bütün bu sorunlar neden bir türlü çözülmez, çözülemez? Yaygın bakış açısı, bu sorunların ülkeyi bölmek ve parçalamak isteyen dış güçler tarafından kışkırtıldığı; bu yolla istikrarsızlık yaratarak Türkiye'nin zayıflatılmak istendiği şeklindedir.

Varsayalım ki, bu türden değerlendirmeler doğru. Dış güçler bizi istikrarsızlaştırmak, bölüp parçalamak istiyorlar. Peki biz ne yapıyoruz? Sorunları çözmek için ne türden politikalar üretiyoruz? Hemen yanı başımızda Bulgarlar "Türk sorunu"nu, Yunanlılar "Batı Trakya sorunu"nu çözmek konusunda önemli adımlar atmayı başarmışlarken; İngiltere'de İrlanda, İspanya'da Bask vb. sorunlar çözüm yoluna girebilmişken, biz neden sorun çıkartmayı biliyor da; sorun çözmeyi bilmiyoruz? Sakın asıl sorun dışta değil de içte olmasın? Sakın bizim kurmuş olduğumuz "rejim" bu sorunları doğuruyor olmasın? Asıl düşünmemiz, tartışmamız gereken bu değil mi? Türkiye çok farklı etnik kökenden insanın bir arada yaşadığı; farklı dinsel inanışların var olduğu; onlarca dilin konuşulduğu, tarihsel olarak da güncel olarak da farklı kültürlerin iç içe geçtiği bir ülke. Bu durum yeryüzünde çok az ülkede var olan muazzam bir güzellik ve zenginlik demek. İşte sorun tam da bu noktada başlıyor. Bu durumu bir zenginlik olarak görmektense bir "tehdit" olarak algılayan yönetim anlayışı, devlet ve halk katında egemen olmaya başlıyor. "Hepimiz Türküz" söylemiyle ortaya konulan milliyetçilik ya da "yüzde 99'u Müslüman bir ülkede yaşıyoruz" söylemiyle davranan İslamcılık, farklılıkları tek bir kalıba dökmek isteyen ideolojik özellikleriyle sorunların ana kaynağı haline geliyor. Devlet ise "resmi ideolojisi"ni bir yandan Türk milliyetçiliği, diğer yandan dini kontrol etme adına da olsa Sünni bir İslam anlayışı üzerine kuruyor. Bu yönetim anlayışı ve sokaktaki sıradan insanların arasında bir ön kabul olarak kök salmış olan bakış açısı değişmeksizin, Türkiye'nin "sorun"larla birlikte yaşaması kaçınılmazdır.

Evet, Türkiye son derece "netameli" bir coğrafyada yer alıyor. Güneyinde Ortadoğu tam bir cadı kazanı gibi; etnik ve dinsel çatışmalar; ABD işgali, Filistin sorunu hep bu bölgede yaşanıyor; Doğusunda SSCB'den arta kalan bir dolu etnik çatışma var. Batısı ise siyaset bilimine "Balkanlaşma" denilen bir deyim hediye edecek kadar önemli bir çatışma alanı. Sınırlarının yanı başında sürekli olarak yeni devletler kuruluyor. Üstelik bu bölgenin tarihsel olarak Osmanlı toprakları olduğu; Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ulus devlet olarak bu imparatorluğun küllerinden doğduğu da tarihsel bir gerçeklik. Bütün bu jeopolitik özellikler, Türkiye'nin çoğulcu, demokratik bir ülke olarak kendini var etmesini zorlaştırıyor. Demokrasiye, hukuk devletine, insan haklarına bağlı bir yönetim anlayışı yerine; bölünme korkusu üzerinde yükselen "güvenlik devleti" anlayışına sarılmanın bin bir türlü gerekçesi bu "çatışma coğrafyası"ndan türetiliyor.

Oysa farklılıkların barış içinde bir arada yaşayabilmesinin, bölünme olasılıklarının ortadan kaldırılmasının, kadim etnik ve dinsel sorunların çözülebilmesinin tek bir yolu var: Özgürlüklerin ve demokrasinin geliştirilmesi; etnik, dinsel ve kültürel farklılıkların özgürce yaşanabileceği bir ortamın yaratılması. Bunu becerip de bölünme yaşamış tek bir ülke yokken; ısrarla baskıcı ve inkarcı çözümlere yönelmek en büyük bölücülük değil midir?