AİHM'in PKK lideri Abdullah Öcalan için vermiş olduğu karar Türkiye'de "iç siyasetin" en önemli gündem maddelerinden birini oluşturuyor. Gerçi önümüzde hukuksal olarak uzun bir süreç var.

AİHM'in PKK lideri Abdullah Öcalan için vermiş olduğu karar Türkiye'de "iç siyasetin" en önemli gündem maddelerinden birini oluşturuyor. Gerçi önümüzde hukuksal olarak uzun bir süreç var. AİHM kararı, bu tür kararların uygulamasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne gidecek ve Bakanlar Komitesi mahkemenin "adil yargılanmadı" kararına bağlı olarak yeniden yargılama talep edebilecek.

Bugüne değin kökleşmiş bir hukuk geleneğine sahip olan AİHM'in ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin benzer davalarda verdiği kararlar gözönüne alındığında, "yeniden yargılama" kararının çıkması sürpriz değil. Son derece dramatik toplumsal yıkımlara, onlarca insanın ölümüne, hak ihlallerine, insanların yerlerinden yurtlarından edilmelerine yol açan ve belki de etkileri bu ülkenin geleceğine damgasını vuracak bir "iç" sorunu demokratik yollarla çözememiş olmanın geldiği nokta şimdi budur. Batı basını günlerdir "Ankara'nın bu kararla zor durumda kaldığını", "yeniden yargılama dışında bir seçeneğinin olmadığını" yazıyor. Bir an için Abdullah Öcalan'ı sadece sanık olarak düşünelim. "Türkiye'yi bölmek parçalamak isteyen terörist başı", "bebek katili", "Ermeni uşağı", "30 bin kişinin katlinden sorumlu vatan haini" türünden hukuka ait olmayan sıfatlarından arındıralım.

İmralı'da tutuklu olarak yargılanan sanık Abdullah Öcalan için 15 günlük savunma süresi hukuka uygun mudur? (suçlamalara göre gün başına 2000 katliam düşer! 30.000 kişi/15 gün=2000 öldürme olayı) Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en yetkili ağızları "biz tarafız" diye açıklamalar yaparken, içinde asker üyenin bulunduğu bir mahkeme heyetiyle başlatılan yargılama sürecinin tarafsızlığından söz edilebilir mi? Olağanüstü koşullarda 'idam cezası' tehdidi altında yapılan bir yargılama ne denli adil olabilir? Eğer olabiliyorsa, neden Türkiye daha sonra 'idam cezası'nı kaldırarak insan hakları açısından olumlu bir adım attı? Öküzün altında buzağı aramaya hiç gerek yok. Bir 'dış baskı' nedeniyle değil; kendi isteğimizle dahil olmaya çalıştığımız; hatta Anayasa'nın 90. maddesi gereği kanunlar hiyerarşisinde "iç hukukun" üstüne yerleştirdiğimiz uluslararası anlaşma hükümlerini uygulamamız yeterli.

Neden 'kendi teröristini' bile adil ve tarafsız olarak yargılayan ülke olma onurunu değil de; bir hukuk sürecini siyasallaştırarak uluslararası hukuk normlarını çiğneyen bir ülke olarak anılmayı seçiyoruz? Abdullah Öcalan vakası, bizim kendimizi de 'yeniden yargılamamız' için bir vesile olabilir. Hukuku; dili, dini, ırkı, siyasal düşüncesi ve suçu ne olursa olsun, herkese ama herkese 'hukuk' olarak uygulamayı bu yolla öğrenebiliriz. Siyaset üretmeyi halkın 'milliyetçi duygularını' kışkırtmak değil, sorunlara çözüm üretmek olarak anlayabiliriz. Eğer siyaset yapılmak isteniyorsa, 'Kürt sorunu', Abdullah Öcalan yeniden yargılansın ya da yargılanmasın, bütün yönleriyle ortada duruyor; siyasal partiler bu sorunun çözümü için nasıl bir politika ortaya koyduklarını topluma anlatmak zorundadır. Hükümet, 'milliyetçi duygulara' sahip çıkmaya çalışan CHP, MHP, DYP gibi partilerle mücadelesini bir 'rol kapma' yarışına dönüştüren, 'halkın vicdanında mahkum olmuştur' gibi hamasi nutuklardan vazgeçerek, somut adımlar atmalıdır. Hükümet olmanın gereği budur. Evet, Öcalan vakası 'aşırı derecede hassas' bir vaka; ama 'uluslararası hukuka uygun davranmak' da en az onun kadar hassas değil mi?