Uzun sıcak bir yazı geride bırakıyoruz. Tatilciler yollarda uzun araç konvoyları oluşturarak geriye dönüyor. Sonbahar; mevsimlerin en çok hüzün çağrıştıran özellikleriyle yazın yerini alıyor. Bu sonbahar Türkiye açısından...

Uzun sıcak bir yazı geride bırakıyoruz. Tatilciler yollarda uzun araç konvoyları oluşturarak geriye dönüyor. Sonbahar; mevsimlerin en çok hüzün çağrıştıran özellikleriyle yazın yerini alıyor. Bu sonbahar Türkiye açısından özel bir önem taşıyor. Asırlardır Doğu'yla Batı'nın geçiş yolu üzerinde "bir kısrak başı" gibi "uzak Asya'dan Akdeniz'e uzanan" yorgun topraklar yüzlerce medeniyete ev sahipliği yaptı ktan sonra 3 Ekim'de "Batı medeniyetine" dahil olma sınavına giriyor.

 Avrupa Birliği'ne tam üyelik müzakerelerine başlama kararı artık "pratik" olarak start alacak. Öyle görülüyor ki; hem Avrupalı lar açısından hem de Türkiye açısından "müzakereler öncesinde" yoğun bir diplomatik gerilim varlığını sürdürecek.

 Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Almanya seçimlerinde kamuoyu yoklamalarını önde götüren Alman Hırıstiyan Demokrat Birliği lideri Angela Merkel, Birliğin iki önemli ülkesinin bir tavır değişikliği içine girdiğine ilişkin açıklamalarda bulunuyorlar. Her iki liderin bu açıklamalarının bir iç politika manevrası mı yoksa stratejik bir karar mı olduğu kuşkusuz 3 Ekim'de açığa çıkacak. Ancak Türkiye üzerine sürdürülen bu tartışmanın esas olarak bugünkü dünya politikasına ilişkin bir tartı şma olduğu görülmek zorunda.

 AB dönem başkanı Blair'in tasarladığı Birlik'le; Fransa-Almanya ekseninin tasarladığı Birlik farklı içeriklere sahip. Küreselleşmenin Bush-Blair çizgisindeki bir "dünya gücü" üzerinde şekillenmesinin karşısında Almanya-Fransa ekseninin farklı bir politika izlemeleri kaçınılmaz. Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin tam üyeliği vb. alt tartışmalar aslında bu "büyük politik çelişmenin" yansımaları olarak görülmek durumunda. Abartmış olmayalım ama dünyanı n, Avrupa'nın ve Türkiye'nin nasıl bir şekil alacağı 3 Ekim startının nasıl şekilleneceğ iyle yakından ilgili gibi görünüyor.

 KARMAŞIK SÜREÇ
 İsrail'in Gazze'den çekilmesi; Irak'ta yeni Anayasa'nın oluşması; İran ve Suriye üzerinde ABD baskısının artması Ortadoğu'da yeni bir dönemin başlangıcına ilişkin önemeli göstergeler. Bu yeni dönemin oluşması nda Türkiye'nin nasıl bir çerçeveye oturtulacağı biraz da 3 Ekim'e bağlı.

 Kuşkusuz "müzakerelerin başlaması" düz bir süreç değil; uzun yıllar sürecek inişli çıkışlı ve dünya planında yaşanacak gelişmelerden etkilenen karmaşık bir süreç. Bu sürecin içinde her iki tarafın da iç dengeleri önemli değişimlere uğrayacak. Bu nedenle AB-Türkiye ilişkileri bütün boyutları yla ele alınmak durumunda. Sadece AB'nin bizi "adam edeceğini", Batı'nın refah ve demokrasisinden yararlanacağımızı vurgulamakla sorunu ele alabilmek mümkün değil.

 Türkiye'nin bu alandaki en büyük talihsizliği; sol bir hareketin ortaya çıkmadığı; toplumsal muhalefetin derin parçalanma içinde olduğu bir zaman aralığında bu süreci yaşamak zorunda kalması. Bu nedenle AKP'nin "ılımlı İslamcı" özelliğine yapılan vurguyla sorun "medeniyetler çatışması" yerine "medeniyetler diyaloğu" perspektifiyle sınırlanıyor. Ya da "ulus devletin" korunması; kendini ulus devletlerin aşılması olarak da sunan AB ile gerilimlerin ana kaynağı olarak ortaya çıkıyor. Oysa emek eksenli, özgürlükçü ve demokratik bir sol hareket bu sürecin "ana muhalefeti" olarak kendini kurgulayabilir; "egemenler arasında" sürüp giden tartışma ve çatışmaların "mezar kazıcısı" görevini üstlenebilir. 3 Ekim erken bir tarih, ama bu tarihsel misyon için daha vakit var.