Gökten 3 darbe düştü; biri bebekliğimize, biri çocukluğumuza bir diğe

Gökten 3 darbe düştü; biri bebekliğimize, biri çocukluğumuza bir diğeri ise gençliğimize. 60-70-80; çok partili siyasal tarihimizin her on yılda bir kesintiye uğradığı, sıkıyönetimlerin; askeri yönetimlerin; silah zoruyla topluma dayatılan Anayasaların gölgesinde geçen bir hayat. Tabii hepsi bu kadar değil. 1984'ten beri süre gelen başka bir çatışmanın yarattığı benzer durumlar. Olağanüstü haller, sıkıyönetimler; işkenceler; ölümler… Bizim kuşağımızın bilincini; duygularını; bireysel ve toplumsal varoluşunu kuşatan tarih için çok kısa; insan için çok uzun koskoca bir elli yıl.

Gökten 3 darbe düştü demiştim; ilkini hayal meyal hatırlıyoruz; mahallede Menderes üzerine efsanelerin anlatıldığı, "radyo günlerinin" olanca sıcaklılığıyla yaşandığı dönemlerde "ajans" dinlemek için evlerin salonlarında toplanan büyüklerin "Yassıada Duruşmaları"na kulak verdikleri görüntüler. Kopuk kopuk çocukluk anıları.

Sonra ikincisi; uzun saçları; sarkık bıyıkları; parka ve postallarıyla yerleşik olan her şeye isyan eden bir kuşağın öyküsüne duyulan hayranlık. Dolmabahçe rıhtımında ıslak üniformalarıyla şaşkınlık içinde objektiflere bakan Amerikan askerleri. Çember sakallarıyla Taksim'in ortasında gencecik insanları bıçaklayan "molla" görüntüleri. Yürüyüşler; işgaller; banka soygunları ve efsaneleri kulaktan kulağa yayılan dal gibi incecik, güzel yüzlü insanlar.

Sonra üçüncüsü; sokakların,okulların, mahallelerin bölündüğü; siyasal cinayetlerin kol gezdiği bir ülke; iç savaş görüntülerinin hepimizin belleğine kazındığı ağır bir durum. Maraş'ta karınları deşilmiş hamile kadınlar;boğazlanmış çocuklar; dehşet görüntüleri. Ardı ardına öldürülen aydınlar; taranan kahveler; bombalanan okullar, cenaze törenleri… TRT'nin siyah beyaz görüntülerinde 5 General. Sonra idamlar; işkenceler, hapishaneler, açlık grevleri.

İnsanın kendi hayatından konuşurken; bir film karesinden söz eder gibi soğuk ve mesafeli olmasında mutlaka psikologların ilgi alanına giren bir yan vardır. Eğer bütün bir toplum böyle davranıyorsa durum oldukça vahim demektir. Evet eskiye takılıp kalmanın bir manası yoktur; "hayat yeniler bizleri". Ama geçmişin üzerinden bir "efsane" yükünü kaldırmadan da bugünle yüzleşebilmemiz mümkün görünmüyor. Pek de kendi irademize bağlı olmayan "geçmiş tecrübemizin" bugünkü insanlar üzerinde bir hiyerarşi kurması, yeni yeni efsaneleri beslemesi bizim gerçeklikle yüzleşmemizi engelleyen belki de en önemli neden. Bireyler için geçerli olan toplumsal hareketler için de geçerli. Kendi efsanesi altında ezilen bir işçi sendikası; bir siyasal parti, bir örgüt bugünün sorunları karşısında güdük kalmaya kendini mahkum ediyor.

Asturias Guatamala efsanelerinde insan mantığını, buğulu bir fantazmanın sınırlarına taşıyan şu olağanüstü cümleyle başlar "çok eski zamanlarda bir gün yaşanmıştı ve asırlarca sürmüştü." "Asırlarca süren bir gün" gerçek zaman duygusuyla anlayamayacağımız, aklın sınırlarını zorlamasıyla efsanenin kapısını aralayan bir başlangıçtır.

Şimdi geriye dönüp baktığında darbelerle, olağanüstü hallerle, çatışmalarla ölümlerle geçmiş bir 50 yıllın "asırlarca" sürmüş olduğu duygusuna kapılıyor insan. Belki de toplumsal ve bireysel varoluşumuzu hep "efsanevi" anlamlarla kuşatan da bu. Evet; gökten 3 darbe düştü; biri bebekliğimize; biri çocukluğumuza; bir ilk gençliğimize; onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine; bizden sonra gelenler dere tepe düz bir arpa boyu yol gitmesinler.