Süleyman Demirel’in vefa duygusu konusundaki hassasiyetini değişik vesilelerle duymuştuk. Ne var ki davranışlarının vereceği...

Süleyman Demirel’in vefa duygusu konusundaki hassasiyetini değişik vesilelerle duymuştuk. Ne var ki davranışlarının vereceği siyasi mesajı da bilir. Acaba Mehmet Haberal hakkındaki iddiaları hiç mi duymadı? Bu kişinin Dr. Necdet Bulut’un ölüm süreciyle ilgili kuşkulu davranışını öğrenmek isteyenlere Dr. Bulut’un eşinin yazdıklarını gönderebilirim, yerim kısa olduğu için buraya alamıyorum. Kaldı ki herkesin bildiği gibi Haberal ile ilgili iddialar bundan ibaret değildir. Süleyman Demirel çağdaş yaşam savunucusu bir sağcıdır.
Ozan Kütahyalı  ’ya yapılan saldırı konusunda Türk medyasının (BirGün dahil) tavrını gördük. Aslında sadece biz Taraf okuyanlar gördük, kalan büyük çoğunluğun bundan haberi bile olmadı. Bu medya da büyük çoğunluğu itibarıyla çağdaş yaşam savunucusudur.
Bir hanım bir radyo programında “ordunun depreme yardıma koşmasını yadırgamıyoruz da başka konularda yardıma koşmasını neden yadırgıyoruz” dedi. O hanım Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin aktif bir üyesiydi.
Ben Şaşkınbakkal ’da oturuyorum. Burada iki-üç kişi bir araya gelince söylenen sözlerden biri de “ah bilmem hangi paşayı da aldılar”dır. Şaşkınbakkal çağdaş yaşam konusunda örnek semtlerden biridir.
Türk-İslam sentezini savunan çevrelerde saygınlığı olan biri bana “bütün mesele yaşam biçimi” dediydi. Dediğinin doğru olduğu anlaşılıyor. Kıyafet, kadın-erkek ilişkileri, içki gibi konularda farklı hayatları olan iki kesim, kendi yaşam biçimini savunuyor ve hâkim kılmak istiyor.
Peki artık kutsal ve dolayısıyla tehlikeli  (tartışılmazlık mertebesine ulaşan ve dolayısıyla herkesin hem dilinden düşürmediği hem de istediği anlamı yüklediği kelimeler çok tehlikelidir) bir kelime haline gelen demokrasiyi kim savunuyor? Demokrasi çağdaş yaşamın temel özelliklerinden biri değil midir? Geçtik demokrasiyi kim şiddete karşı, kim insan hakları konusunda titiz?
Anlaşılan bunu sindirebilmiş insan sayısı Türkiye’de sanıldığından çok az. Ulusalcısıyla, milliyetçisiyle, sosyalistiyle, dincisiyle, artık her neyse, bu memlekette gerçekten insan haklarını savunan, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan insan sayısı çok az. Zaten böyle olması  beklenir. Ülkemizde insanların eğitim görmüş olanı ile olmayanı arasındaki fark sadece üslup farkı. Eğitim göremeyen, işsiz ve kimliksiz kalan ve zamanla birikerek sayıları ürkütücü boyutlara ulaşan insanlar memleketin en önemli sorunlarından biri haline geldi. Eşcinseller dernek açınca kapıda birikenler onlar, üniversite kapılarında ellerinde satırlarla bekleyenler onlar, tribünlere hâkim olanlar onlar. Size Galatasaray-Fenerbahçe maçında sahaya atlayarak koşmaya başlayan sözde Galatasaray taraftarı ile Ozan Kütahyalı’ya saldıran kişinin fotoğraflarını karşılaştırmanızı öneririm. İkiz gibiler. Eğitimli olanlar ve onların içinden süzülen kanat önderleri de onların bir kopyası aslında, sadece kullandıkları dil ve genel üslupları farklı. Türkiye’nin yetiştirdiği ender büyük insanlardan olan Türkan Saylan Hanımefendi ise o kadar yalnız ki. Ben derneğindekilerin Ergenekon ile ilişkisi var demiyorum, nasıl derim? Ama çoğunun nasıl düşündüğünü yukarıdaki örneklerden anlayabilirsiniz.
Ben, bütün bunlara rağmen bu toplumda gerçekten insan hakları ve demokrasiden yana insan sayısının çok az olmadığını düşünüyorum. Balık yemedikleri için böyle oluyor denilen ve oyları AKP ile MHP arasında gidip gelen orta Anadolu’da da insan haklarına saygılı ve gerçekten demokrasiye inanan insanlarımızın olduğunu düşünüyorum. Sanırım en uygunu insan haklarına ve demokrasiye gerçekten inanan insanların bir araya gelmeleri. Bu bir araya gelişten Türkiye’nin bugününe seslenen siyasal bir program çıkar mı, onu bilemem tabii. Belki de doğrudan siyasallaşmadan büyük ve etkili bir baskı grubu oluşabilir.
Ha bu arada, sen her sene 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaya ve polisten dayak yemeye odaklanmışsın, bunu marifet sayıyorsun. Sanıyorsun ki böyle yapınca emekçilerin mücadelesi yükselecek, sınıf mücadelesi yükselecek falan...Ya güzel kardeşim, sen de kendi küçücük kapalı devreni kurmuşun işte. Senin farkın ötekilerin kapalı devrelerinin daha büyük olması. O kapalı devren de güzel bir hayat örneği pek değil doğrusu. Aslında Taksim’e çıkmamak o kadar büyük cesaret işi ki ben de böyle dememe rağmen orada olacağım. Tek fark siz inanıyorsunuz, benimki kompleksten.