Yine bir masa temizliği yapmak gerekiyor. Birincisi serbest piyasa ekonomisi denen şey zihinsel bir kurgudan ibarettir. Serbest...

Yine bir masa temizliği yapmak gerekiyor. Birincisi serbest piyasa ekonomisi denen şey zihinsel bir kurgudan ibarettir. Serbest piyasa ekonomisi yoktur, kapitalizm vardır. Kapitalizmin devlet düzenlemesi olmadan yürümesine serbest piyasa ekonomisi denir. Başka türlü söyleyeyim, bazılarımız (Türkiye’de bunlardan epey var) iktisat ders kitaplarında piyasa ekonomisi diye okutulan şeyi gerçek sanıyor, serbest piyasa ekonomisi diye ona diyor. İşte bu anlamda serbest piyasa ekonomisi yok, kapitalizm var. Kapitalizm derken de serbest piyasa ekonomisinde oligopollerin varlığını filan kastetmiyorum, işleyişini tarihsel maddecilerin ortaya koyduğu şekliyle Kapitalizmi kastediyorum.
Şimdi, Adnan Bostancıoğlu, kuruluş aşamasında olduğu söylenen yeni sol parti için sol liberal diyor. Önce solunu bir kenara koyup Liberalizm nedir, ona bakalım. Liberalizm, benim bildiğim, devletin düzenleme yapmadığı kapitalizmi ve demokrasiyi savunur. Böyle düşünenlere liberal denir. Burada belirleyici olan işin kapitalizm kısmıdır. Devletin düzenleme yapmadığı Kapitalizm kapitalistlerin kısıtlarının kaldırılması anlamına da geldiğinden Liberallerin demokrasisi öncelikle kapitalistlerin sınırsız kâr arama özgürlüğü anlamına gelir. Kısacası bu işçilerin örgütlü mücadelesinin engellenmesi anlamına gelir. Liberal demokraside sendikalar istenmez ve Neoliberal küreselleşme tam da onların bu isteklerini gerçekleştirmiştir.
Hal böyle iken sol liberalizm nedir, ne olabilir? Ben burasını anlayamıyorum, yani sol liberalizm nasıl bir şey, zihnimde kuramıyorum. Zaten dünya literatüründe böyle bir terim var mı, ondan da pek emin değilim.
Sanıyorum sorun şuradan çıkıyor. Türkiye’de Kürt sorunu var ve sermayenin kimi taleplerine karşı koymaya çalışan bir devlet var, Kürt sorunu ve AB konusu gibi. Sermaye ve liberaller Kürt sorununun çözümünü istiyor, AB üyeliğini istiyor. Bunlar da demokratikleşmeyi gerektiriyor. Bu noktada neoliberal küreselleşme altında işçi sınıfı mücadelesinin kendine bir yol bulamadığını ve dolayısıyla demokrasi konusunda sermayenin rahatladığını da unutmayalım. Böyle olunca sermayenin, liberallerin ve solcuların Kürt sorununun çözümü konusundaki talepleri aynı imiş gibi gözüküyor ama buradan da sol liberalizm gibi bir bakış çıkmaz. Bir de Kürt sorununda çözüm arayan, demokratikleşme isteyen sosyal demokratlar var. Bunların temsilcilerinden biri, yeni parti görüşmelerinde taraflardan biri olduğunu duyduğumuz 10 Aralık Hareketi. İşte böyle bir ortamda olunca kafalar karıştı, Kürt sorunu kafaları karıştırdı.
Bununla birlikte yukarıdan beri söylenenlere baktığımızda açıkça görülüyor ki liberalizm ile sol (sosyalizm) bağdaşmaz. Düşünce planında sosyal demokrasi de bağdaşmaz (düşünce planında diyorum, çünkü sermayenin boyunduruğundan çıkabilmiş bir sosyal demokrasiyi şimdiye kadar göremedik). Dolayısıyla Bostancıoğlu'nun sol liberal terimi teorik olarak mümkün değildir, anlamsızdır.
Ne var ki yeni parti girişimi çok ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. Solla liberalizmin beyhude evliliği durumuna düşmemek için Türkiye özelinde yaratıcı bir öneri geliştirmeleri gerekiyor.Tabii Türkiye özelinde derken neoliberal küreselleşme altındaki Türkiye’den bahsetmekte olduğumuzu bir an bile aklımızdan çıkarmamalıyız.
Şimdi neoliberal küreselleşme ile ilgili bir değişkeni daha düşünce alanımıza almak istiyorum. Bildiğimiz gibi, 2008 krizinin ilk darbelerinin ardından herkes bunun arkasından finansal kesime yönelik düzenlemeler gelecek diye yazdı ama hâlâ gelmedi. Bence bunun nedeni finansal sermayenin hâlâ en güçlü sınıf olmasıdır. Bu noktada finansal sermayeyi kimi yatırım bankalarının ve Hedge fon yöneticilerinin toplamı gibi bir şey olarak düşünmemek lazım. Öyle düşündükleri için oyunun kuralları finansal sermaye aleyhine hemen değişecek sandılar. Ne var ki finansal kriz yine de dünyadaki diğer çıkarların hareket alanını genişletti.
İşte böyle bir ortamda yeni parti girişimi mevcut kalıpları sarsan ve dünya ölçüsünde önem kazanacak tarihi bir programla toplumun önüne çıkabilir.
Bu çok zordur ama bugünün imkânları düşünüldüğünde asla imkânsız değildir. Bunu yapmanın yolu, bence, ilkeler düzeyinde değil, somut çareler üzerinde çalışmaktır.