Hıncal Uluç yarın öbür gün yolda nasıl yürümemiz gerektiğini, sofraya otururken çatalımızı kaşığımızı koyduğumuz yeri, pijamamızı, hatta soluk

Hıncal Uluç yarın öbür gün yolda nasıl yürümemiz gerektiğini, sofraya otururken çatalımızı kaşığımızı koyduğumuz yeri, pijamamızı, hatta soluk aldığımız havanın bile içimize çekilme şeklini sorgularsa şaşırmayacağım...

Hıncal Uluç geçen hafta köşesinde, hem Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni, jürisini, tüm görevli katılımcılarını, hem de Deniz Baykal’ı eleştiren ağır bir yazı yazdı. Hemen ertesi günü pek çok köşe yazarından da tepkiler geldi. Kendi gazetesinden Haşmet Babaoğlu da dahil. Neydi yazarı bu derece sinirlendiren? Altın Portakal ona göre neden on para etmez bir festivaldi?
Sahneye ödül almak üzere çıkan sanatçıların giysilerinden rahatsız olmuş. Önceki senelerde de benzer konuda yazıp çizdiğine tanıklık etmiştim ama bu kez kantarın topuzunu öyle böyle değil fazla kaçırmış. Dahası bu yönetmen ve oyuncuların kişiliklerine varacak kadar sınırlarda dolaşıyordu yazısında “Sözüm ona bu festivalde yarışan ve adlarına ‘sanatçı’ denen, kalabalık….” diyecek kadar.  Hatta ona göre festival sırf bu protokol giysilerindeki serbestlik yüzünden bir daha yapılmamalıydı. Uluç’un oklarından herkes payına düşeni alıyordu… “Kendilerini bir halt sanan ve bu festivale zerre değer vermediklerini her türlü davranışları ile gösteren bir takım ufak insanlara ödül dağıtmak marifet midir, Festivalin sahibi Antalya Belediye Başkanı Sevgili Mustafa Akaydın Hocam” diyecek kadar da
rahattı.
Hatta Festival Genel Yönetmeni Vecdi Sayar’a; “Adam ceket giymeye tenezzül etmemiş. Antalya plajında dolaşır gibi, pantolon dışına sarkan gömlekle sahneye çıkıp ‘En İyi Film’ ödülü alıyor... Kimden... Ana muhalefet lideri Deniz Baykal'dan. Hakarete bakar mısınız? Festivale. Antalya'ya, Baykal'a hakarete bakar mısınız? Bu Baykal mı ülke yönetimine talip...” diyebiliyor. Ve “O Deniz Baykal... Antalya milletvekili.. Antalya Belediyesi de CHP'li. Yani festivalin hamisi, sahibi durumunda. “Ben bu kılıksızlara ödül mödül vermem" diye sahneden inmiyor. O utanma özürlülere muhteşem bir Osmanlı tokadı atmıyor. Onlara bu ülkeye saygı dersi vermiyor. Gülerek, sırıtarak, artık on paralık kıymeti harbiyesi kalmayan ödülü uzatıyor üstelik” diyebiliyor.
Kazanan filmlere de sataşıyor: “Körler sağırlar, birbirlerini ağırlar. Bu ülkede kıyametler koparmış, seyirci rekorları kırmış filmler yok. Kimsenin görmediği, bilmediği, festivaller, eleştirmenler için çekilmiş, seyirciden uzak filmler Portakal'a boğulmuş” diyor. Ve daha bir dolu yakışıksız söz devam ediyor…
Hıncal Uluç yazısında, kendisine ve sinema seyircisine değer verilmesi gerektiğinin altını çizmek istemiş anladığım kadarıyla. Ve kendi anladığı dil ise, tek bir dünyanın, tek bir rengin, tek bir yöneticinin kararlar alacağı ve uygulayacağı, herkesin katı kurallarla yaşamak zorunda olduğu bir ütopya besbelli.
Ancak sanatın özgürlükçü gerçekçiliğini pas geçiyor Hıncal Uluç ve ödül töreninin yapıldığı toprakların beslendiği kültürleri duymak, bilmek istemiyor. Hollywood ya da Oscar galalarındaki gibi kırmızı halılarda smokinli beyler enselerinde parfümler uçuşan kadınlar arzuluyor sahnede. Bu ülkede yaşamadığı çok açık. Üstelik bu protokol giysileri konusunda bir kısıtlama olmadığını biliyordur diye tahmin ediyorum. İnsanın aklına acaba festivalin bir pazarlama stratejisi midir? türünden sorular da gelmiyor değil. Olur ya Vecdi Sayar Hıncal Uluç’a telefon açmıştır. ‘Ben sözümü geçiremiyorum, şu ödül gecesi gelenleri yola getirecek bir yazı’ ısmarlamış olamaz heralde. Hâlâ Hıncal Uluç’un neden bu kadar yüksek perdeden yazdığını anlamaya çalışıyoruz ama çıkış yolu yok gibi.
O gece ödül kazanan oyuncular, yönetmenler, sunucular, yapımcılar, Vecdi Sayar ve en önemlisi ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ın, festivaldeki sessizliğini artık bozmasını ve konu hakkında açıklama yapmasını bekliyoruz 1 haftadır. Ancak çıt yok. Bu tepkisizliği de normal karşılarsak, Hıncal Uluç yarın öbür gün yolda nasıl yürümemiz gerektiğini, sofraya otururken çatalımızı kaşığımızı koyduğumuz yeri, pijamamızı, hatta soluk aldığımız havanın bile içimize çekilme şeklini sorgulayacağından şüphelenmeye başlıyacağım. Hıncal Abi sizin için ne yapabiliriz? Neden bu elbise konusuna kilitlendiniz?