Barış Atay filmini anlattı: Önyargılı olmayın, izleyin, duyun, dinleyin!

BÜŞRA ZEHRA TÜMER

12 Eylül’ü,kopma aşamasına gelen aile ilişkilerini konu alarak anlatan,Barış Atay’ın ilk yönetmenlik deneyimi olan ‘Eksik’ vizyona girdi. 12 Eylül’ü insan merkezli anlatımla ele alan Atay,“O insanların bu süreci ‘atlattıktan sonra’ neler yaşadığına dair kendi çevremiz dışında bir bilgimiz yok. Kim,nasıl atlattı?” diyerek politik bir eleştiri ve sistemle derdi olan bir hikâye yazdığını söylüyor.

Karadeniz’de salon bulamayan film İstanbul,Ankara,İzmir,Antalya,Mersin,Hatay,Mardin,Diyarbakır,Batman,Iğdır,Dersim gibi şehirlerde gösterimde olacak.

>> Filmde,insan odaklı bir anlatım var. Neden böyle bir tercihte bulundunuz?
Anlatmak istediğim;darbenin kendisini epik bir biçimde anlatmak değil de,darbeden etkilenmiş ailelerin günümüze kadar ulaşan süreçte,yaşadıkları ve kendi aralarındaki ilişkilerin nasıl yıprandığı ya da koptuğu ya da ne durumda olduğu. O yüzden karakterler üzerine gitmenin daha doğru olduğunu düşündüm. Devrimci bir ailenin çocuğu olarak kendimden çıkardığım paylarla zorlukları anlattım,daha doğru bir yöntem olduğunu düşündüğüm için bunun üzerine gittim. Propagandist olmayan,politik bir eleştirisi olan,sistemle derdi olan,söyleyecek sözü olan bir hikâye yazdım.

>> Daha çok enseden çekim yapan kamera açıları tercih edilmiş. Bunun özel bir nedeni var mı?
Evet. Kendimize bir dil oluşturmaya çalıştık. İki farklı kamera kullanımı vardı. Birincisi 80 döneminin kendi dönem yapısına uygun,kaotik ve seyirci için tedirginlik verici,sürekli takip halinde olan bir kamera. Günümüzde konjonktür ve siyasi duruma uygun olarak durağanlaşmış hayatlar,mücadelenin verdiği bir yorgunluk hissiyatını göstermek açısından da şaryolu ve tripot üzerinde durağan planlar kullandık. Öte yandan önümüzde de seyirciyi sürekli tanıklık etmesi için dışarda bırakan,genelde uzaktan çeken,mümkün olduğunca yakına girmeden,yani özdeşlik kurdurmadan izleyerek bir tanıklık etme hissi yaratması açısından da günümüzde öyle bir kamera kullanımı tercih ettik.

>>Devrim’in yaşadığı metaforu nasıl tanımlıyorsunuz?
Devrim’e hayat kurtarttık. Devrim,devrimcilerin kendi hayatlarını hiçe sayarak yerde yatan adamın ölümüne engel olması aslında. Hayatı boyunca kalkmadığı yerden ayağa kalkarak,kendi hayatını kurtarması söz konusu. Burada mesele devrimcileri eleştirmek,devrimi değil;kendilerince devrimi ve devrimcileri eleştirdiğini zanneden insanları eleştirmek... Film aslında bir devrimci mücadeleyi kahramanlaştırmıyor ama bir devrimci mücadelenin ne kadar umut dolu olduğunu ve ne kadar önemli olduğuna parmak basıyor. Ama bunu kalınca altını çizmeden,seyirciye de karar aşamasında fırsat vererek yapmaya çalışıyor.

>>Filmde anne,oğluna ‘Deniz’,dedeyse ‘Türker’ diyor... Peki bu karakter hangisi?
Bu karakter aslında Türker. Dedenin asker olmasının ve o otoriteye,statükoya bağlı olmanın simgesi olarak ‘Türk-Er’ mantığıyla yaklaşması. Çocuğun Türker ismini kabullenmiş olması aslında yıllarca o öğretilerle büyümüş olmasından kaynaklanıyor. Çok itici bir karakter var karşımızda. Yanlış bildiği şeyleri sahiplenerek hayatı devam ettirmeye çalışan,sorgulamayan ve hayatındaki olumsuzlukların sebebini öğrenmek için çaba sarf etmeyen biri.

>> “Aslında 12 Eylül bize hiç yansımadı” diyen insanlar var. Filmde bunlara da bir gönderme var gibi...
12 Eylül sonrasının şöyle bir sıkıntısı var devrimci aileler açısından;kendi yaşadıkları şeylerin ağırlığı altında kalmaktan ve çocuklarını aynı acıları yaşamasın diye,o korkunç süreci anlatmamak gibi bir tercihi var. Bu aslında günümüzde oluşan apolitik jenerasyonun en büyük etkilerinden. Benim ailem,“hata” diyeceksek böyle bir hataya düşmedi. O yüzden evet,genel bir eleştiri var. Bu her dönem güçlü olan iktidarların safında duran insanlara da bir eleştirim var aslında. Onlar Türker gibiler...

>>Böyle düşünen ailelerin çocuklarına karşı bir kaygınız oldu mu?
Mesaj verme kaygım yok. Ama “önyargılı olmayın” deme kaygım var mesela. Yani bir izleyin,duyun,dinleyin. Sadece benim filmimle ilgili bir şey değil. Biz yakın tarihimizi bilmeyen insanlarız,bir ülkeyiz hatta. Bizde İnkılap Tarihi dersindeki tarihle biter ülke tarihi. O yüzden Dersim Katliamı’nı,Çorum’u,Maraş’ı,Madımak’ı ya da Gazi Katliamı’nı bilmeyiz. 80 Darbesi’ni de bilmeyiz. Belki insanlar hakikaten yıllarca görmeyi ısrarla reddettikleri şeyleri görmek konusunda bir adım atacaklardır.

>>Oyunculuğun ardından bu filmde bir de yönetmenlik yaptınız. Tercihinizin nedeni nedir?
Plansız değil. Sinema filmi çekme hayalim vardı,o yüzden oyunculuğu bitirdikten sonra sinema televizyonda yüksek lisans yaptım. “Hayatımız bu kadar mücadele içinde geçiyor zaten,kendi işimizi yaptığımızda da bu mücadelenin bir parçasıyız” diyerek başladım. Yönetmenlik konusunda da elbette ilk filmin getirdiği handikaplar vardı ama en azından samimi ve dürüst bir işti.

>>Filmde anne,30 yıl sonra çocuklarıyla bir araya gelebilen devrimci bir kadın. Bu durum dönemin ailelere yansımasını anlatabildi mi?
Aslında bırakmak zorunda kalmak böyle bir şey. Filmde anne karakterinin orada düştüğü ikilem önemli. Çocuklar için bir gelecek kurmaya çalıştıkları mücadelenin öznesi ve kendi kayınbabası tarafından tutuklatılmakla tehdit ediliyor. Melek,çocuğunu bırakmaya zorunlu bırakılmış. 30 yıl sonra karşılaşmalarında en önemli nokta Melek’in çocuğuna olan özlemi. Ama o özlemin ve o uzaklığın yaratmış olduğu deformasyon artık bir ilişki kurmak için yeterli düzeyde değil. Filmin en önemli noktalarından biri işte bu deformasyon süreci. 30 yılın yarattığı travma derken,kendi annenizle ilişki kuramayacak biri haline getirilme sürecini anlatıyor.

>> Devrim ve Türker çok farklı iki kardeş. Türker,Devrim’e nasıl bakıyor?
Ailesinden ayrı kalmasının sorumlusu olarak bakıyor. Kardeşine atfedilen Devrim metaforunu ailesinden uzak kalmasına sebep olarak görüyor.

>> İstanbul Film Festivali’nde ‘Bakur’ filmi sansürlendi. ‘Eksik’ de pek çok film gibi çekildi festivalden. Sansüre karşı sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Bu kadar dayanışarak beraber hareket etmek,tek ses çıkarabilmek doğru bir yöntem. Keşke bunu geçen yıl Antalya Film Festivali’nde Reyan Tuvi’nin Gezi Belgeseli sansürlenmeye çalışıldığında gösterebilseydi herkes,belki de bugün bunları konuşmuyor olacaktık. Ben ‘Bakur’un içeriği yüzünden engellenmesini ya da sansürlenmesini doğru bulunup bulunmama noktasının çok yanlış bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. O bizi ilgilendiren bir durum değil. Sonuçta bir üretim var ortada,doğru bildiklerini çekmişler,hükümetin ya da herhangi bir erkin bunu engelleme gibi bir haddi de hakkı da yok. Ne yazık ki sansür öyle bir irin ki sadece sinemayla ilgili değil,her yerde kullanılıyor. Buna karşı ortaklaşarak mücadele etmek lazım.

>>Başka film projesi var mı kafanızda?
Halihazırda çalıştığım bir hikâye var. Eksik’in hikâyesinden farklı ama yine sistem eleştirisi olan,sorunlara dikkat çekmeye çalışan bir insan hikâyesi,bir kadın hikâyesi. Tabii bütçesel olarak ne yapacağımızı bilmediğimiz için yine bu imkanları sağlayabilirsek 2016 Şubat ya da mart aylarında çekmeyi planlıyoruz.