Duygu, tabulara karşı çıkan ilk yazardı, kadınlara etraflarındaki çemberi kırmaları, eşit haklar elde edebilmeleri ve özgür olabilmeleri için ilk olarak bir iş elde etmeleri çağrısı yapardı...

Türkiye’de feminist akımın öncülerinden, kadın hakları için birçok faaliyetin içinde bulunan köşe yazılarında ve kitaplarında sürekli bu konuyu gündeme getiren ve bu yolla erkeklerin de yaşamına katkıda bulunan Duygu Asena aramızdan ayrılalı iki yıl oldu.

Duygu, cinsellik ve kadınlara dönük şiddet konusunda Türkiye’de tabulara karşı çıkan ilk yazardı, kadınlara etraflarındaki çemberi kırmaları, eşit haklar elde edebilmeleri ve özgür olabilmeleri için ilk adım olarak, bir iş elde etmeleri çağrısı yapardı.
Ölümünden sonra bu misyonu sürdürebilecek bir kimlik söz konusu bile olmadı. Bir ara, gazeteci Seda Güler ile yaptığım görüşmede kendisinde öyle bir hava sezdim, ancak gelişimi aynı tonda değildi.
Yanı sıra sivil toplum örgütleri bu misyonu yaşatmak adına gerekeni yapıyor. Ankara’daki Uçan Süpürge Film Festivali’ni bu misyonu sürdüren iyi bir örnek olarak gösterebiliriz. Yine, Işıl Özgentürk, Yeşim Ustaoğlu, Handan İpekçi, Leman Sam, Hale Soygazi, Şahika Tekand, Nazan Öncel, Müjde Ar, Derya Alabora, Zuhal Olcay ve adı şu anda aklıma gelmeyen diğer saygın isimler de bu ruhu içselleştirmiş kimlikler.

Öte yandan Amargi Feminist Kitabevi’nin bu ay düzenlediği ‘Duygu Asena Haftası’ da devam ediyor. Etkinliklerin son gününde (bugün) ‘Bir Feminist olarak Duygu Asena’ tartışmasında, Duygu Asena’nın kadın hareketine katkıları, bugün yaşanan sorunlar üzerinden konuşulacak. Reyhan Yıldız’ın Duygu Asena için hazırladığı ‘Gücünüzü Bilin’ adlı derlemesinden yola çıkacak panelin katılımcıları: Şirin Tekeli, Müge İplikçi, Arzu Öztürkmen, Reyhan Yıldız. (Amargi, Beyoğlu Ticaret Lisesi’nin karşısında)
Sanat ve kültür yollu aktivite ve festivallerle kadın hakları konusu ivme kazanabilir elbette, hatta toplumsal bir dönüşüm süreci başlatılabilir, ancak toplumun da kültürel ve yaşamsal eğitim seviyesinin artırılabilmesi için örgütlü açık toplum çalışmaları, radyo, televizyon ve gazetelerin de devreye gireceği, akademisyenlerin, toplumbilimcilerin, yazarların katkı sağlayacağı çalıştaylar, seminerler, atölye çalışmaları, belirli bölgelerde, ilçelerde vaka çalışmaları hayata geçirilmelidir. Bu toplumun kanayan yarası, kadın erkek eşitliğini kabullenme iradesi gösterebilecek erkek nüfusun sayısının artırılmasını da öngörecek bu türde çalışmaların çok acil yapılması gereklidir.

Gebze’de yaşanan olay, bir önceki cümlede önerilen türde yaklaşımların neticesinde erkek nüfusun evrim sürecinde etkili olabilir. 33 yaşındaki Milanolu Performans Sanatçısı Giuseppina pasqualino di marineo (Pippa Bacca) dünya barışına dikkatleri çekmek için otostopla yola çıktığında Türkiye girişinde kendisini magazin yayıncılığı yapan TV kanalları değil de, UPSD temsilcisi ya da mavi saçlarıyla performans yapan bir performansçı karşılasa ya da kültürü, sanatı misyon edinmiş bir bakanlık görevlisi sahip çıksa, o da olmadı misafirperverlik gösterip Türkiye’den geçişinde ona eşlik edecek bir sivil kimlik varolsa belki de vahşice işlenmiş bu cinayet yaşanmamış olabilirdi. (Pippa ve yakınlarından af diliyoruz)

Ve gelelim devam eden oyunun ikinci perdesine bu topraklarda yaşayanlar hızla “zengin olmak, uluslararası olmak, başkan olmak, müdür olmak, kırmızı halıda yürümek, altın heykelcik almak, popüler yıldız olmak vd” türünde kurdukları hayal dünyalarının içine girmek için görsel algı boyutlarında pompalanmaya, eşik altından mesajlarla ‘başkası olmaya’ zorlanıyor. Bu özentiler içerisindeki gençlerin sayısı hızla artmakta, bu sanal kahramanlar bu topraklarda yaşayanların hayallerini süslemeye devam ettikçe, Pippa’nın ne demek istediğini anlayamayanlar da çoğalıyor. Ve de anlayanlar da bilgilerini paylaşmayarak kısa yoldan nasıl yukarı önce ben zıplarımın planlarını yapıyor. Sevgili Pippa’nın ne demek istediğini bugünden hemen sonra her birimiz üzerimize düşen bir görevmiş gibi sahiplenmeliyiz, yaşatmalıyız. Sanat ve Tasarım fakülteleri, Güzel Sanatlar akademileri, konservatuvarların katkısını hep birlikte takip edeceğiz bu süreçte. Ve zamanı geldiğinde de değerlendireceğiz, tarihe not düşeceğiz.

Hatırlarsınız Selda Alkor, bir süre önce Sibel Kekilli’nin, oynadığı rolle en iyi kadın oyuncu ödülünü almasını “seks filminde oynayan biri Türk sinemasını nasıl anlatabilir” yorumuyla değerlendirmişti. Her alanda bu türlü bireysel ve toplumsal lince son vermeliyiz.
Dost Duygu Asena’yı anmak adına başladığım yazı nerelere ulaştı. Duygu ile yıllar öncesinde (Negatif dergisinde yayın yönetmeni olduğu süreçte) yaptığımız bir sohbeti hatırladım. O dönemde ben de Akbank Sanat Merkezi’nde Can Yücel’in Türkçesiyle W. Shakespeare’in ‘Hamlet’ adlı oyununun solo uyarlamasını sahneliyorum. Dergiye haberi yapan Dilek Girgin Can mı önermiştir yoksa sevgili Duygu mu önermiştir bilinmez, o ayki derginin kapağı benim cansız bir koyun başını parçalayan kostümlü fotografımla çıkacakmış (oyundan bir sahne).

Ancak Negatif dergisinde ilk kez bir erkeğin kapak olmasına Duygu’nun dediğine göre yazı kurulu oybirliğiyle karşı çıkmış. Ben de saygı duymuştum.
Sanırım erkek dergilerinde de bu türde bir karar alınsa çok isabetli olacak? Yani erkek dergilerinde kapak olarak asla kadın resmi konmasa, nasıl olur sizce?