Zengini yoksulu, genci yaşlısı, kadını erkeği ile İstanbul’un dört yanından kendi meşrebince eğlenmeye gelenlerin Beyoğlu’nda

Zengini yoksulu, genci yaşlısı, kadını erkeği ile İstanbul’un dört yanından kendi meşrebince eğlenmeye gelenlerin Beyoğlu’nda “belediye terörü”ne maruz kaldığı saatlerde... Yani restoranların, kafelerin işgaliye bedeli ödeyerek sokağa koydukları masalar, sandalyeler, hiçbir itiraz dinlenmeksizin, hatta insanlar o masalarda yiyip içerken vandalca toplanıp götürüldüğü esnada... Aslında herkesin belediyenin “ramazan hazırlığı” yaptığını bilip yüksek sesle dile getiremediği, Beyoğlu’nda içki yasağının zabıta kıyafetli “ücrete bağlanmış pastarlar” eliyle ve polis desteğiyle fiilen yürürlüğe girdiği sırada...

* * *

Türkü bitti, “Bundan ötesi yok bizde” dedi Erkan Oğur, “umarım sıkılmıyorsunuz.” Hakiki bir derviş edasıyla curasına eğildi, yeni bir deyişe başladı.

Amfiteatrın arkasındaki heykellerin dibine oturmuş delikanlılar topluluğundan biri, konseri organize eden Hayati’ye seslendi: “Başkan! Şu sesi biraz açtır, duyamıyoruz.” Hayati gereğini yaptı. Sanırsınız kamuya açık bir konser değil, dostlar meclisi... Eh, aynı semtin sakini olmanın ötesinde tribün kardeşliği de cabası!

Ak saçlı derviş ile her daim sahne arkadaşı gümbür gümbür sesli İsmail Hakkı Demircioğlu geçen akşam Abbasağa parkındaydılar. Beşiktaş Belediyesi’nin beş yıldır düzenlediği Park Konserlerinde mahalle sakinlerine harikulade bir gece yaşattılar.

* * *

Abbasağa’yı seviyorum. Sokaklarını, parkını, sakinlerini, kedilerini, köpeklerini... İstanbul’un orta yerinde insanın içini ısıtan bir mahalle havasının sürüp gittiği ender yerlerden biri... Özellikle parktaki konser akşamları görülmeye değer. Çoğu çevredeki evlerden ayaklarında terlikleri, ellerinde çekirdek paketleriyle çıkıp gelen, küçük amfiteatrı dolduran, yer kalmadığında ağaçların altına, çimenlerin üzerine oturan, bildikleri türkülere eşlik eden, sıkıldıklarında kendi aralarında tatlı tatlı muhabbete dalan mahallelinin, sadece bu semtte hep birlikte yaşıyor olmaktan bile mutlu olduklarını anlamanız zor değil.

Konser akşamları, mısırcısı, çaycısı, sucusuyla ufak çaplı bir panayır alanına dönen parkta, teyzeler, amcalar, genç kızlar ve delikanlılar, üstlerinde siyah-beyaz formalarıyla gece yarısına kadar top koşturan çocuklar, hepsi, geçmiş zamanın içinde kaybolup gittiğini sandığınız güzelim mahallelik halinin -çok şükür- bir yerlerde hâlâ yaşandığını anlatıyor size. Bunu görüp seviniyorsunuz. “Oh be” diyorsunuz, “dünya bazen güzellikler içinde...”

* * *

Başka şehirler nasıl bilmem ama İstanbul iyiden iyiye boşaldı. Herkes tatile çıkmış belli ki. Bu köşenin yazarının da tembellik zamanı geldi. Bilirsiniz, ben üstadımız Doğan Tılıç gibi deniz kıyısından, dağlardan, yaylalardan, hasılı her neredeysem oradan yazamam. Aslına bakarsanız bir yere gittiğim de yok ama dediğim gibi, şimdi tembellik vakti. Bir süre izninizi rica ediyorum. Görüşmek üzere...