Herhalde gezegenin en bahtsız insanları Tibetliler olsa gerek. Bir yanda Çin sopası,diğer yanda CIA havucu...

Haber bültenlerinin “dünyada neler oluyor” bölümlerinde bugünlerde en sık rastladığımız görüntüler, hiç kuşkusuz olimpiyat meşalesinin başına gelen ‘tatsızlıklar’.
Pekin’e doğru yolculuğunu sürdüren meşale, hangi kentten geçse protesto gösterilerine maruz kalıyor. Meşalenin güzergahına yatıp polis tarafından sürüklenen göstericiler... Ellerinde Tibet’e özgürlük isteyen, Çin’i protesto eden pankartlarla slogan atan insanlar...

Olimpiyatların yaklaşmasıyla birlikte, Tibet meselesi üzerinden Çin’e yönelik protestolarda gözle görülür bir tırmanış olduğu aşikâr.
Aynı protesto kampanyasının bir parçası olarak, geçtiğimiz günlerde (sanırım hâlâ) İngiltere’de yaşayan bir arkadaşımdan bana da bir mail geldi. Çin’in Tibet’te uyguladığı şiddet politikasını durdurması ve Dalai Lama ile diyaloğa geçmesi için imza kampanyasına davet eden bir mail. Bugünlerde belki size de gelmiştir.
Özetle şöyle diyor: Yaklaşık 50 yıldır Çin’in yönetiminde olan Tibet’in özgürlüğü için bir fırsat doğdu. 2008 Olimpiyatları Pekin’de düzenlenecek. Uluslararası kamuoyu baskısını artırmanın tam zamanı. Öte yandan dünya pazarlarını saran Çin mallarına yönelik bir boykot tehdidi de Pekin yönetimini geri adım atmaya zorlayacaktır vb.

•••
İnternette küçük bir gezi yaparsanız, göreceksiniz ki Tibet’te neler olup bittiğine dair bilgiler gayet flu. Uluslararası ajansların haberlerinde yer alan bilgiler kaynağından doğrulatılamamış. Çoğu Tibet’e otonomi verilmesi yönünde kampanya yürüten kuruluşlardan geliyor. En sık göze çarpan isim de John Ackerly.
Mr. Ackerly’ye gelmeden önce bir noktanın altını çizmekte fayda var. Bana sorarsanız, Çin’in Tibet’te insan hakları konusunda herhangi bir kaygı gütmeden aleni baskıya dayalı bir politika uyguladığından kuşku duymak yersiz olur. Yıllık idam cezası rekorunu neredeyse her yıl egale eden, kendi emekçilerini kapitalizmin vahşi dönemlerine rahmet okutacak çalışma koşullarına mahkûm eden bir ülkenin egemenliği altında tuttuğu komşu ülkeyi demir yumrukla yönetmesine şaşmamak lazım. Hatta aksi biraz tuhaf olurdu.

John Ackerly’ye dönecek olursak... Tibet için Uluslararası Kampanya isimli grubun başkanlığını yürüten bu şahıs, ABD hükümeti, Dışişleri Bakanlığı ve Kongre ile yakın temas halinde çalışıyormuş. Soğuk Savaş yıllarında da Doğu Avrupa’ya yönelik Washington kaynaklı operasyonlarda yer almış.
Ajanslara düşen “yüzlerce Tibetli tutuklandı ve işkenceye maruz kaldı” türü haberlerin kaynağı genellikle John Ackerly ve onun örgütü...

•••
ABD’nin Tibet’e ilgisi epey eski yıllara dayanıyor. Bu ilginin doruğa çıktığı yıl ise 1959. O yıl Tibet’te CIA marifetiyle bir ayaklanma ve darbe girişimi gerçekleşiyor (Kam kabileleri isyanı).
2002 yılında University Press of Kansas tarafından basılan ‘The CIA’s Secret War in Tibet’ (CIA’in Tibet’te Gizli Savaşı) isimli kitapta bazı enteresan ayrıntılar var, Workers World’den Gary Wilson’un aktardığına göre...
Kitabı iki kişi yazmış. Biri, Kenneth Conboy. Heritage Foundation’ın önde gelen isimlerinden... Bu Vakıf, Amerikan gericiliğinin kalesi desek, yeridir. Temel prensipleri şu cümlelerle başlıyor: “Amerikalılar’ın özgürlüğü ve güvenliği, Amerika’nın küresel liderliğine bağlıdır. Amerikan liderliği olmazsa, dünya Amerikalılar ve özgürlükler için çok daha tehlikeli bir yer olur vb.”
Diğer yazar ise bir CIA emeklisi olan James Morrison.

İki eski kulağı kesik ajanın gayet kibirle anlattıklarına bakılırsa, 1959 ayaklanması bütünüyle CIA tarafından tezgahlanıyor. Asiler CIA tarafından silahlandırılıyor, hatta Colorado’da eğitilip ABD Hava Kuvvetleri uçaklarıyla Tibet’e indiriliyor.
Dikkat çekici bilgilerden biri de, illaki bir atraksiyon yapma tutkusuna kapılan kimi Hollywood yıldızlarının eteğini öptüğü Dalai Lama’nın CIA’in ‘bordrolu’ adamı olması...
Herhalde gezegenin en bahtsız insanları Tibetliler olsa gerek. Bir yanda Çin sopası, diğer yanda CIA havucu.

•••
Birkaç yıl önce Agora Yayınları’ndan bir kitap çıkmıştı: ‘Mao’yu Öldüreceksin’.
Biraz avantür bir ismi olmakla birlikte öyle çok yabana atılacak bir kitap değil. Yazarı, Chris Mullin, polisiye edebiyatla olduğu kadar politikayla da ilgili bir şahsiyet. İngiliz İşçi Partisi’nde milletvekilliği bile yapmış. Budizmi, Çin’i, Uzakdoğu’nun yakın tarihini iyi biliyor. Dolayısıyla kitap kurgu ürünü ama Tibet’e dair tarihsel gerçeklere yaslanıyor.

Neyse... Kitaba ilişkin kısa bir özet yapıp bitireceğim.
Tibet’in Çin tarafından işgalinden sonra CIA tarafından ‘devşirilen’ Tibetli genç bir lama, sıkı bir eğitimin ardından ÇKP içinde yükselmesi ve zamanı geldiğinde Mao’ya suikast yapması için görevlendirilir. 15 yıla yakın ‘sleeper’ (eylem anının gelmesini bekleyen ajan) olarak yaşayan Tibetli, sonunda Mao ile yüzyüze gelme fırsatı yakalar.
Mao’nun mütevazı evinde gerçekleşen bu kritik karşılaşma, Başkan’ın Tibetli komünist öğretmenlerle bir tanışma toplantısıdır. Mao, önce Tibet’te yol açtıkları yıkım ve diğer acılar için açık sözlülükle özür diler ve sorunların zamanla aşılacağını söyler. Sonra da ilave eder: “Ama Çin’de her şey uzun sürer.”
Tibet’in bahtsız kaderini yenmesi, galiba Mao’nun sandığından da uzun sürecek.