Kimyasal Tayyip’in Gazcı Kardeşler eliyle yürüttüğü operasyona dair istedikleri kadar “biz aslında liberaliz” desinler, artık hakikaten cesaret ister AKP’nin demokrasi cephesinde yer aldığı martavalını yutturmaya kalkmak.

Kimyasal Tayyip’in Gazcı Kardeşler eliyle yürüttüğü operasyona dair istedikleri kadar “biz aslında liberaliz” desinler, artık hakikaten cesaret ister AKP’nin demokrasi cephesinde yer aldığı martavalını yutturmaya kalkmak. Size bundan söz eden birini görürseniz hemen sırtınızı dönün...

 

1Mayıs gününü sokakta geçirmek niyetinde olduğumdan, cuma yazısını çarşambadan yazıp işyerindeki mesai arkadaşıma teslim etmiştim. Benden telefon gelince gönderirsin diye... Tabii, biraz da perşembenin gelişi çarşambadan bellidir sözünün verdiği cesaretle... Nitekim, tecrübe yanılmadı.

“Asıl dertleri, kendilerine kapatma davası açan, açtıran her kimse, onlara şirin görünmek” demiştim AKP hükümeti için, “Biz de sizin kadar 12 Eylülcüyüz mesajı... Beyhude yaranma çabaları... Oysa hiçbir faydasını görmeyecekler. Çok değil, pek yakında hep birlikte tanık olacağız!”

Cuma günü, televizyonlarda ve gazetelerde yorum yapanların birçoğunun benzer düşünceleri dile getirdiğini gördüm. Evet, Mithat Hocamın dediği gibi “maskeleri birer birer düşüyor.”

•••

İstedikleri kadar “biz aslında liberaliz” desinler, artık hakikaten cesaret ister AKP’nin demokrasi cephesinde yer aldığı martavalını yutturmaya kalkmak. Size bundan söz eden birini görürseniz hemen sırtınızı dönün. Ya ruhunu piyasaya satmış azılı bir emek düşmanıdır ya da tarikatların yemlediği bir besleme... Ya da ikisi birden!

1 Mayıs 2008, dört başı mamur bir devlet operasyonuydu. AKP hükümetinin İstanbul valisi ve emniyet müdürü marifetiyle uygulamaya koyduğu bir devlet operasyonu... Maksat, bir yandan sosyal güvenlik yasa tasarısına karşı sesini yükselten ve artık hesaba katılması gereken bir güç olduğunu gösteren sendikalara ve emekçilere gözdağı vermek, bir yandan da devletin ‘aslî işlerini’ ifa etme konusunda kendisini kapatmak isteyenlere güvence vermek...

•••

Tam bu noktada, cuma günü Faruk Çelik’in yaptığı açıklamaya dikkat çekmek istiyorum. Hafif kısık ve baygın gözleri, yapıştırma gibi duran kara bıyıklarıyla bana nedense eski Yeşilçam filmlerindeki kötü adamları hatırlatan Çalışma Bakanı, “polisin, işin başlangıcında bu şekilde sert davranmasının, polis, emniyet, güvenlik açısından, mülki amirler tarafından bir izahı gerekiyor” dedi. Buraya dikkat! AKP, 1 Mayıs günü İstanbul’da yaşanan devlet terörünün faturasını vali ve emniyet müdürüne çıkartmak niyetinde olabilir. Nitekim, AKP sermayeli, lakin tarafsız görünme çabasındaki medyanın (doğrudan AKP’nin borazanlığını yapan yalancılar için zaten söylenecek bir şey yok), olayın ardından hükümeti es geçip vali ve emniyet müdürünü işaret etmesi manidardı (Bkz. 2 Mayıs tarihli Sabah. ‘Gazcı Kardeşler’ manşeti.) Demek bütün sorumluluk vali ile emniyet müdüründe, öyle mi? Eğer Muammer Güler ile Celalettin Cerrah, tarihe ‘Gazcı Kardeşler’ diye geçeceklerse (bence hiçbir mahsuru yok), “devlet üzerine düşen görevi yaptı” diyen Başbakan da Saddam’ın kuzeni Ali Hasan El Mecid’in lakabını elinden alıp ‘Kimyasal Tayyip’ diye geçecektir.

•••

AKP bu işten bu kadar kolay kurtulamayacak.

Kendisinin işine yaramadığı sürece demokratik haklara, özgürlüklere sıfır tolerans politikasından bir milim şaşmayan AKP’nin, bugün Türkiye’de emekçilerin bir numaralı düşmanı olduğu gerçeğinin karartılmasına izin vermemeliyiz. Bu kurnaz esnaf takımı (esnaf arkadaşlar alınmasın, ideolojik bir kategoriden söz ediyorum), halka savaş açtıkları bir günün üzerinden bile kendilerine paye toplamaktan geri durmayacaklar, emin olun.

•••

AKP devlet içinde, özellikle İçişleri Bakanlığı’nda kendi derin devletlerini kurdu. Emniyet’i epey bir zamandır Fethullahçıların kontrol ettiği biliniyor. Fethullahçılarla AKP arasında özellikle bu dönemde bir bahar havasının estiği de malum.

Medyanın da dikkate değer bir bölümünü denetlemeye başladılar.

Fethullah medyasını takip ettiyseniz, 1 Mayıs öncesi ve sonrasında polisin borazanlığını üstlendiğini farketmişsinizdir. Sureti haktan görünmek konusunda ziyadesiyle mahir, pahalı takım elbiseli, traşlı ve beşuş çehreli, kurulmuş oyuncaklar gibi düğmelerine basıldığında her daim sevgiden hoşgörüden bahseden bu adamların, esasen sokak ortasında genç kızları tekmeleyen polislerin ruh ikizi olduğundan kuşkunuz olmasın. Varsa kuşkunuz, son 3-4 gündür gazetelerinde yazıp çizdiklerine bakın.

1969’da Kanlı Pazar öncesi Bugün gazetesinden, 1977’de 1 Mayıs öncesi Tercüman gazetesinden farkları olmadığını göreceksiniz.

•••

Polisin bu kadar yoğun bir şiddeti nasıl uyguladığını merak edenler var! Mesela Milliyet’in manşeti ‘Neden’di. Belki de “aman taraf olmayalım” yumuşak ayaklığı... Allaşkına, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlerle hastaneye gaz bombası atanlar arasında taraf olmayacaksanız, bertaraf olmaktan başka bir ihtimaliniz var mı? Üstelik amiral geminiz bile “Polis Devleti” manşeti atmışken...

Biz dönelim ‘Neden’ sorusunun cevabına... Bir yıl önce, 30 Mart 2007’de bu sütunda yer alan bir paragrafı hatırlatmak zorundayım:

12 Eylül’le birlikte polis teşkilatında solcu olduğu bilinen, sanılan, kuşkulanılan... bırakın kendisinin POL-DER’li olmasını, akrabası, eşi, dostu solcu olan, yani mesela kardeşi TÖB-DER üyesi olan tek bir polis bırakmadılar. Hepsi tasfiye edildi.

Diğer yandan, 12 Eylül’ün bütün işkencecileri, bütün faili meçhulcüleri ödül üstüne ödül aldı, terfi ettirildi. Nitekim, 1990’lı yılların sonuna geldiğimizde, solcuların davalarını soruşturan, yani bizzat işkence yapan, işkenceyi yöneten, o tezgâhlardan geçmiş herkesin yakından tanıdığı isimler, neredeyse memleketi idare eder oldular. Artık, bakan mı dersiniz, emniyet müdürü mü istersiniz, vali mi... Her makamda bunlara rastlanır oldu.

Yukarda bunlar olurken aşağıda durum en az bu kadar vahimdi. Sıradan bir polis memuru olmanın neredeyse yegâne yolu ya bir “ocağın” ya da bir “cemaatin” referansına sahip olmaktı. Evet, polis teşkilatı her tondan aşırı sağın üniforma giydirilmiş örgütlenmesine dönüştü. (...) Bu teşkilatın önemli bir bölümü, ideolojik nedenlerle toplumun bir bölümüne kin, nefret ve öfkeyle bakıyor, düşman olarak görüyor. Gelinen nokta bu.