Başlığı dört Brezilyalı bilim insanının bir makalesinden aldım. Orada “kırmızı kraliçe etkisi”nden bahsediyorlar. Kırmızı kraliçe etkisi diye, biyolojide...

Başlığı dört Brezilyalı bilim insanının bir makalesinden aldım. Orada “kırmızı kraliçe etkisi”nden bahsediyorlar. Kırmızı kraliçe etkisi diye, biyolojide, türlerin varlıklarını sürdürebilmek için evrim mekanizmasının işlemesi gereken hıza deniyormuş. Bu makalenin sonuçlarına göre, günümüzde bir ülkenin sadece bulunduğu yeri koruması için bile bilimsel üretimini her on yılda kişi başına yüzde 82.5 artırması gerekiyor. Bununla da kalmıyor, belli aşamalar tamamlandığında niteliksel sıçramaların da ayrıca gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Türkiye birçok kentini, ki bunların sayısı hiç de az değil, oralara üniversite kurarak ayakta tutmaya çalışıyor. Çünkü o zaman öğrenci gelecek, bu da şehir ekonomisini biraz canlandıracak. Üniversitesi olan kentler bile gençlerinin çoğunun işsiz dolaştığı yerler olmaktan kurtulamamış.

Belki tekrar olacak ama söylemekten kendimi alamıyorum, Türkiye’nin hızla bilim ve teknoloji yatırımlarına girmesi lazım. Gelecek tükeniyor. Bu yatırımlarda devletin öncü rolü oynaması gerekiyor. Burada klasik devletçi sol söylemi tekrarladığım sanılmasın. Ayrıntıya girme imkânım yok ama bu konudaki literatür de devletin bu işe önayak olmasından, hatta kolları sıvamasından başka çare olmadığını gösteriyor. Bir partinin de halka “kısa vadede hayatınızda anlamlı rahatlamalar sağlayamayız, bunu yapmaya kalkarsak da gelecek nesillerin hayatını büsbütün zora sokarız. Bilim ve teknoloji yatırımları şarttır. Oyunuzu bunun için istiyoruz” demesi lazım. “Biz teknolojisi geri, ücreti ise dünyanın birçok ülkesinden yüksek (aynen böyle) bir memleket durumuna düştük. Bu şartlarda yaşam koşullarınız kısa sürede iyileşemez. Hatta bilim ve teknoloji yatırımlarını yapmazsak borç ve sıcak parayla idare etmenin de sonu hem de kötü biçimde gelecek” demesi lazım. “Biz sosyalistiz. Bize oy verin, yaşam koşullarınızı düzeltelim” diyen yalan söylemiş olur.

Eğer politika dört yılda bir hükümet olabilmek için yalan söylemekse ya da halka gerçekleri söyleyenin kaybettiği bir şeyse diyecek lafım olmaz, ‘sosyalistler halka yalan söylemez’den başka. Ben böyle biliyorum.

Dünya kapitalist sistemine karşı sosyalist bir alternatifin inşası başka bir şeydir, ulusal kalkınma başka bir şeydir. Ulusal kalkınma Türkiye insanının gelirinin iki vasıfsız ve çalışan gencin evlendiklerinde bu gelirlerini birleştirerek uygun bir evde, yeterli beslenebilerek, çocuklarını da iyi besleyebilerek, çağdaşlığın diğer asgari koşullarını da yerine getirebilerek yaşamalarına imkân verecek düzeyde olabilmesi demektir. Yakınlaşmak bir yana, bu hedeften gittikçe uzaklaşıyoruz.

Bunun gerektirdiği bilim ve teknoloji politikalarının nasıl olması gerektiği ayrıca kapsamlı bir konudur. Ne var ki bunun ülke elitinin tartışmalarında üst sırada bir gündem maddesi olması noktasına bir türlü gelemedik. Kürtler kendi dertlerinde, milliyetçi/ulusalcılar kendi dertlerinde, dinciler kendi dertlerinde. Tamam bir şey demiyorum ama hepsinin maddi yaşamını rahatlatacak asıl konuya ayıracak enerji kalmıyor. Belki de hayat böyle bir şeydir, ben anlamıyorumdur ama benim de bildiğim bu: Bilim ve teknoloji atılımı olmadan Kürtler de, dinciler de, milliyetçi/ulusalcılar da rahata eremeyecek, çocukları ise daha da zor bir hayat yaşamak durumunda kalacak.