Neoliberal islamcılarla statükocu asker-sivil bürokrasi arasındaki iktidar mücadelesi şimdi de istihbarat cephesinde sürüyor. Devletin güvenlik birimleri, bütün yurttaşların her türlü haberleşmesini...

Neoliberal islamcılarla statükocu asker-sivil bürokrasi arasındaki iktidar mücadelesi şimdi de istihbarat cephesinde sürüyor. Devletin güvenlik birimleri, bütün yurttaşların her türlü haberleşmesini takip edip canının istediği herkesi dinlemek için mahkemeden karar çıkartmış. Adalet Bakanlığı da Polis ve MİT dinlesin ama Jandarma dinlemesin demiş; 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Jandarma’ya “kendi sorumluluk alanı” içinde dinleme imkanı veren kararını Yargıtay’a götürmüş. Yargıtay da kararı bozmuş.

Neden böyle oluyor?

Herkes biliyor, başta İstihbarat Daire Başkanlığı olmak üzere Emniyet Müdürlüğü’nde muazzam bir Fethullahçı kadrolaşma var. Dolayısıyla, istihbarat savaşında Polis’in yapacağı dinleme faaliyetleri hükümete cephane sağlamaya yönelik olacak. Adalet Bakanlığı da “tamam, dinleyin” diyor. Ama iş Jandarma’ya gelince mahkemeye gidiyor. Çünkü onun istihbarat çalışması hükümeti hedef alacak. Mesele bu.

•••

Devlet vatandaşı dinler mi? Ya da şöyle diyelim; “vay efendim devlet vatandaşı nasıl dinler?” İçinde itiraz da barındıran bu soru gazete sayfalarında her kesimden insan tarafından dile getirildi.

Müsaadenizle buradan cevap veriyorum: Evet, dinler!

Üstelik sadece dinlemez, takip eder, fişler, dosya tutar.

Muhalifleri zaten hep gözaltında tutar. Fırsat buldukça içeri tıkar. İlerde sorun yaratması muhtemel vatandaşları bir tedbir olarak dinler. Hatta özel hayatına dair ‘caydırıcı’ nitelikte ‘bilgi’ toplar; ilerde ne olur ne olmaz diye... Bu işler böyle yürür. (Hatta bazı devlet görevlileri, fırsattan istifade kişisel menfaatleri için bu işi yapar. Bkz. 4 Haziran 2008 tarihli gazeteler: Sakarya Vali Yardımcısı cep telefonlarını dinlemeye alan bir çete kurmuş; menfaat temin ediyormuş.)

Peki devlet nasıl bu kadar müdanasız olabiliyor?

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, bizim coğrafyamızda soğuk savaş tipi devletin yaşayan son örneğidir. Emperyalizme bağımlılıkla geçen yıllar boyunca içselleşmiş faşizmin öyle bir çırpıda tasfiye edilmesi mümkün değildir. Bu konuda ciddi bir talebin olması gerekir. Lakin, sınırlı sayıda sosyalistin, sayıları giderek azalan demokratların, meseleye genellikle yanlış bir yerden bakmakla birlikte bir kısım liberalin dışında bu yönde güçlü bir talebi olan siyasal eğilimden söz etmek mümkün değil.

Siyasi eğilimler itibarıyla durum buyken, sınıfsal talepler ne yönde? Sendikal hareket içinde sınıf bilinci edinmiş maalesef sayıları az işçiler dışında, emekçi sınıfların da içselleşmiş faşizmin tasfiyesi gibi bir dertleri şimdilik yok. Devletin özellikle çeyrek yüzyıldır izlediği bilinçli politikalar, emekçilerin önemli bir bölümüne, dünyada yaşadıkları dertlerden ve sıkıntılardan Allah’a sığınmaktan başka seçenek bırakmadı. Aynı devlet şimdilerde bunun siyasal sonuçlarıyla uğraşıyor!

Yani, “bu iş zor, çok zor Yonca!”

•••

Devlet dinler, takip eder, fişler, dosyalar dedik. Bugün devlet içinde iktidar tesis etmek için karşılıklı mücadele eden iki kesim var, yazının başında sözettiğimiz. İkisi de masum değil. İkisi de dinliyor, takip ediyor, fişliyor, dosyalıyor. Hem birbirlerini, hem kendilerine muhalif olanları...

Devletin asli sahibi olduğundan kuşku duymayan asker-sivil bürokrasinin, bu konudaki engin tecrübesinden söz etmeye gerek bile yok. Fethullahçılardan aldığı lojistik destekle AKP de epey bir mesafe katetmiş durumda. Şimdilerde Meclis’ten Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nu geçirmeye çalışıyorlar, her türlü istihbaratı kendi kontrollerine almak için. Yasa tasarısı henüz Komisyon’da. Belki önümüzdeki günlerde daha detaylı bakarız, hazırlanan ‘pusu’ya...