Krizin ne getirdiği ne götürdüğü tartışmalarında “bu görüşlerin hangisi doğru?” diye sormamak lazım. Çünkü herkes için neyin önemli, neyin önemsiz olduğu farklı. Bir de görebildiğim....

Krizin ne getirdiği ne götürdüğü tartışmalarında “bu görüşlerin hangisi doğru?” diye sormamak lazım. Çünkü herkes için neyin önemli, neyin önemsiz olduğu farklı. Bir de görebildiğim kadarıyla şu anda herkes sallıyor. Bunu da normal karşılamak lazım. Çünkü sallamasına gerek olmayan, ‘ne gitti, ne geliyor’ sorusunun cevabını bilen biri yok. Verilen demeçler, yazılan yazılar bunu gösteriyor.

Bir kısmı ‘yeni bir devlet kapitalizmi dönemi geliyor’ diyor. Herhalde artık eskisine dönülemez diye düşündüklerinden böyle diyorlar, ellerinde başka bir veri yok. Tahmin ettikleri de finans kesiminin sıkı düzenlemeye alınması, bunun adı ‘devlet kapitalizmi’ mi olur, orası çok tartışılır. Benim asıl söylemek istediğim bunların pek önemli şeyler olmadığı. Başta da söylediğim gibi neyin önemli, neyin önemsiz olduğu herkes için farklı. İktisatçıların hayatı genelde devlet kapitalist sisteme müdahale etsin mi, ne kadar etsin tartışması etrafında döndüğünden olup bitenler onların dünyası açısından çok önemli. Benim yetişmemde de bu tartışmalar bir ara önemli yer kapladığı için benim için de önemli olması lazım ama önemsemediğimi şaşırarak gördüm.

Oysa şaşıracak bir şey yoktu: Benim için önemli olan dünyanın yoksulları ve insanların özgürlüğü. Böyle bakanlar açısından da bu olup bitenlerin fazlaca bir önemi yok. Çünkü bizim için önemli olan şeyler açısından pek bir şey değişmeyecek, eğer onların hayatlarının ancak kendi eylemleri ile değişebileceğine inanıyorsak. Ben inanıyorum, kendi hayatlarını değiştirebilmeleri olanağı doğduğunda bu olanağı gerçeğe ancak kendilerinin dönüştürebileceği anlamında.

Bu açıdan baktığımızda yaşanmakta olan krizin çalışan sınıflarda bir tepki doğurup doğurmayacağını görmek için reel sektör etkisinin görülmesini beklemek gerekiyor. Bu etkinin nasıl olacağı belli değil. Tepki gösterirlerse sonucun ne olacağı da belli değil. İşte sosyal bilim denen şeyin yapabildiği de bu kadar. Binlerce kitap, yazı, o kadar emek ama sonunda bilebildiğin bu kadar işte. Gerçi bilimin işinin öngörmek değil olanı açıklamak olduğu söylenir ama bu saatten sonra biraz öngörü gücü de bekliyor insan. Bütün yapılabilen mevcut gidişatın devamı halinde neler olabileceği hakkında bir şeyler söyleyebilmek. Yani ‘onu babam da yapar’ türünden bir şey. Peki, mevcut gidişat değiştiğinde, şimdiki gibi… O zaman herkes bir şeyler sallıyor işte.

Bir konuya daha değinmek istiyorum. Değerli bilimcimiz Çağlar Keyder, Taraf gazetesinde çıkan demecinde, 1929 krizinden de esinlenerek kapitalizmde işlerin daha da kötü gitmesi halinde, alternatif olmadığı için faşizmin gelebileceğini söylüyor. Ben faşizmin Alman büyük sermayesinin dünyanın emperyalistlerarası paylaşımında payını artırmak istemesinin ve Alman sosyalistlerinin güçlenmesinin sonucu olduğu tezine katılıyorum. Şimdilerde sosyalizm tehlikesi yok. Yeni hegemonik güç adayı ise Çin ve o da zaten koyu bir diktatörlükle yönetiliyor. O nedenle kapitalizmde işlerin daha da kötüleşmesi ancak ezilen sınıfların yeni ve yükselen bir politik hareketinin de ortaya çıkması halinde faşizm tehlikesini doğurabilir.