Tam üç yıl oldu. Üç yıldır topraklarımızın hemen yanı başındaki bi

Tam üç yıl oldu. Üç yıldır topraklarımızın hemen yanı başındaki bir ülke işgalin pençesinde kıvranıyor. Ölüm ve işkence haberleri düşüyor ajanslara, acımasız bir diktatörün yarattığından çok daha fazla ölüm, çok daha fazla yıkım ve acı yarattılar.

Söyledikleri her şey yanlış çıktı, yalanla başlattıkları bir politikayı yalanla sürdürüyorlar. Irak'ta dünyanın ve bölgenin güvenliğini tehdit eden nükleer silahlar olduğunu işgalin gerekçesi olarak ileri sürmüşlerdi, hiçbir şey bulamadılar. Irak'a demokrasi, özgürlük ve kalkınma vaat ettiler. Bugün demokrasi ve özgürlükler yerine işkence, ölüm ve yangın yerine çevrilmiş bir Irak var; kalkınma dedikleri ise dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip ülkesinin hızla yoksulluğa sürüklenme-sidir.

Irak'ta Saddam diktatörlüğünün son bulması Ortadoğu'daki diktatörlük rejimleri açısından da sonun başlangıcı olacaktı; Batı'yı tehdit eden "terör" esas olarak Ortadoğu'daki diktatörlük rejimlerinin fideliğinde boy veriyordu. Demokratikleşme ve kalkınma hem Ortadoğu halklarının hem de Batı'nın güven içinde yaşamasının garantisiydi. Bu akıl yürütme dünyaya egemen olmak için Tanrı tarafından seçildiklerini düşünen Bush yönetiminin ve yeni-muhafazakârların "akıl dışı" ideolojisinin temel savıydı.

Bütün öngörüleri yanlış, bütün söylemleri yalan çıktı. Ortadoğu'da bu üç yıl içinde "radikal" akımlar iktidar oldular. İran'da, Filistin'de radikal İslamcılık güçlendi. Afganistan'da Taliban yeniden canlandı. Batı'nın güvenliğini sağlama uydurması da Londra'da, İstanbul'da, Mısır'da patlayan bombalarla son buldu.

Küreselleşme yanlıları, içinde bulunduğumuz zamanın en önemli özelliğinin "dünyanın küresel bir köye" dönüşmesi olduğunu söylüyorlardı. Bilgi, sermaye, kültür artık ulusal sınırlar içinde tanımlanamazdı. Bunun için küresel yalanlara başvurdular, ama unuttukları, gerçeğin de artık küresel olduğuydu.

Irak'ta yaşananların ortaya çıkardığı, ABD karşıtlığının farklı saikler altında da olsa dalga dalga dünyanın hemen hemen bütün köşelerinde yankı bulmasıdır. Felluce, Guanta-namo, Iraklı esirlere yapılan işkencelerin şok yaratan görüntüleri yalanla gerçeğin karşı karşıya gelmesidir.

Gerçeğin gücü öylesine büyüktür ki, Bush destekçileri bile onun karşısında gözlerini ka-payamamaktadırlar. Irak'taki fiyasko bugün bizzat Amerikalılar, hatta yeni-muhafazakârların destekçileri arasında bile eleştiri konusu olmaktadır. ABD'nin bu savaşı kazanacağı, o yüzden güçlünün yanında yer almamız gerektiğini söyleyen herkes şimdi büyük bir suskunluk içindedir.

Bir kötülükler prensi olarak sunulan Usa-me Bin Ladin'den bugün pek fazla söz edilmiyor. Oysa Amerikan İmparatorluğu onu cezasız bırakmayacaktı, 11 Eylül'ün intikamını alacak, böylece Hollyvvood senaryolarındaki gibi "iyiler" galip gelecekti. Ortaya çıkan sonuç ise yine Hollyvvoodvari oldu; gişe başarısı sağlayan her filmde olduğu gibi; yok edildiği sanılan "kötü" yeniden yeniden diriltiliyor; şimdi Usame Bin Ladin'in Oğlu ya da Bush Usame'ye Karşı 2 türünden senaryolar yazılıyor.

Irak'ta yalanla başlayan işgal İran için de devreye sokulmak isteniyor. Yine "nükleer silah" masalı ve yine İran'a demokrasi ve özgürlük götürme vaatleri... Ortadoğu'nun üzerinde bir hayalet dolaşıyor ama bu sunulduğu gibi "özgürlük ve demokrasi hayaleti" değil, küresel bir yalanın hayaleti.