Adet olduğu üzere referandum sonuçlarını değerlendirmeyeceğim. Çok sayıda değerlendirme yapıldı. Söyleyeceklerimin çoğu söylendi.

Adet olduğu üzere referandum sonuçlarını değerlendirmeyeceğim. Çok sayıda değerlendirme yapıldı. Söyleyeceklerimin çoğu söylendi. İlerde sonuçlarıyla ilgili nasıl olsa çok yazacağız.

Başka bir konudan söz edeceğim.

Bu hafta başında Eğitim-Sen Uluslararası İlişkiler Uzmanı Deniz Yıldırım’dan bir mail geldi (muhtemelen başkalarına da gelmiştir). Kendisinin çevirdiği James Petras’ın bir makalesi: Latin Amerikalı Aydınların Dönüşümü. Makalenin orijinali Bahar 1990’da Latin American Perspectives’de, çevirisi ise Eğitim Bilim Toplum dergisinin Bahar 2006 sayısında yayımlanmış. Ben makaleyi ilk kez sözünü ettiğim mail vesilesiyle okudum.

 Biraz uzun olma pahasına, Petras’ın Latin Amerika aydınları üzerine yaptığı değerlendirmeyi özetleyelim...

* * *

Petras’a göre, 1970’lerdeki diktatörlük rejimlerinin ağır baskıları karşısında politik ve ekonomik olarak savunmasız kalan Latin Amerikalı aydınlar, bir cansimidi olarak yabancı kuruluşlar tarafından fonlanan araştırma enstitülerine sarılırlar. Bu kurumlar, onlar için hem bir politik koruma sağlarken hem de gelir kaynağı olur. Bir zaman yurtdışında yaşamak zorunda kalan, bu süre boyunca liberal/sosyal demokrat refah devletine kurumsal entegrasyon sağlayan aydınların da ülkelerine dönmesiyle birlikte, çoğunu solcuların yönettiği enstitülerin sayısında ciddi bir artış gözlenir.

“Dışarıdan gelen fonların ilk dalgası, ekonomik modelin ve askeri diktatörlüğün insan hakları ihlallerini eleştirme hedefine sevkedilirken, ikinci dalga yeni toplumsal hareketlerle ilgili incelemelere, üçüncü dalga ise demokratikleşme sorununa ve borç konusuna” yönlendirilir. Bu çerçevede yapılan analizlerde, “Devletin uyguladığı şiddet, sınıf egemenliğinin ifadesi, sınıf mücadelesinin bir parçası ya da sınıf şiddeti olarak değil, insan hakları ihlalleri çerçevesinde” ele alınır, “siyasal zemin, sorunu liberal demokrasi ile askeri diktatörlük arasında bir çatışma gibi, yani çatışan siyasal kavramlar arasındaymış gibi” yansıtır.

Toplumsal hareketlere dair çalışmalar da bu eksen kaymasından payını alır. Bu hareketlerin geçmiş radikal kimliklerinden uzaklaşıp “demokrasi mücadelesi”ne yönelmeleri, devrimci solla ayrışıp “geniş demokratik cephelere” katılımaları teşvik edilir.

Bütün bu onaylanmış “uyumlu” yaklaşımlar, esasen (ve kibarca) yabancı fonlar tarafından yönlendirilir. Hedef, liberal piyasa hegemonyasına meydan okuyabilecek siyasal güçleri eritmek ve Latin Amerikalı aydınlar üzerinde ideolojik hegemonya oluşturmaktır.

Latin Amerika’nın eski solcu aydınlarını, yabancı fonların ve piyasanın beklentilerine entelektüel yanıt üretme misyonuna sürükleyen bu süreç, aynı zamanda, bu kesimin “organik aydın”dan “geleneksel aydın”a evrildiği bir dönüşüme işaret etmektedir. Sendikaların, öğrenci hareketlerinin ya da devrimci partilerin bir parçası olmaktan, en kolay erişilebilir yabancı fon kaynağından akacak paranın güvenceli limanına savrulurlar.

James Petras, Latin Amerika’da enstitü aydınlarının ideolojik hegemonyasının, emperyalizm, sosyalizm, halk iktidarı ve sınıf mücadelesi gibi bir dizi anahtar kavramı nasıl kapı dışarı edip, yerlerine sınıflardan tecrit edilmiş “devlet”i ve bunların temasta olduğu diğer “devletler”i ikame ettiğini anlattıktan sonra, bu aydınların ulaşmış oldukları düşünsel çürüme noktasını tarif ederken, “sivil ve seçimlere dayalı rejimin hem ordu hem de radikal toplumsal hareketler tarafından tehdit edildiği” iddiasına değiniyor ve bu entelektüel sahtekarlığı, “enstitü aydınlarının artık bir devlet memuruna dönüştüklerinin” işareti olarak okuyor.

* * *

Size de çok tanıdık gelmedi mi, Petras’ın anlattığı süreç, sürecin aktörleri, yaşadıkları dönüşüm, en çok da sergiledikleri siyasal yaklaşım ve kullandıkları dil... Türkiye’nin “solcu aydınlar cephesinde” Özal’dan bu yana yaşadığı, özellikle 8 yıllık AKP iktidarı boyunca ivme kazanan ve giderek berraklaşan “ayrışma”, belli farklılıklarla birlikte Latin Amerika’nın bir alt modeli gibi... Eh, biz de bu işler biraz daha geç yaşanıyor. Dolayısıyla arada tarih farkı var. Latin Amerika’da muhalif halk hareketleri yükselişte ve bu durum devşirme aydınlar için önemli bir çıkmazken biz de ise henüz olgunlaşma aşamasındalar.

Diğer yandan, bizdeki araştırma enstitüleri, yabancı fonlardan beslenen kurumlar, Latin Amerika’daki kadar yaygın değil. Bu da Türkiye’de araştırma ve özgün çalışma üretme konusundaki yetersizlikle ilgili olsa gerek. Ama bu ülkenin de “beslenilebilecek” başka kaynakları var. Sözgelimi, vasat fikirlerle temayüz etmenin sonsuz fırsatlarını sunan medya. Üstelik taş atıp kolunuz yorulmadan “kanaat önderi” kimliği ediniyorsunuz. Hem sağladığı politik güvence hem de ekonomik getirisi, araştırma enstitüsünde kafa patlatmaktan az değil.