Bu yılki YAŞ, tam da beklendiği üzere, AKP ile TSK arasında süregelen iktidar savaşında yeni bir ‘muharebeye’ sahne oldu.

Bu yılki YAŞ, tam da beklendiği üzere, AKP ile TSK arasında süregelen iktidar savaşında yeni bir ‘muharebeye’ sahne oldu.
TSK yönetiminin hükümete önerdiği yeni ordu hiyerarşisinin Başbakan tarafından veto edilmesi, özellikle AKP’yi destekleyen kesimlerde “demokrasinin zaferi” olarak sunuldu.
Abartıyorlar. “Yeni zamanlar”ın ruhunu kavramaktan uzak bir kısım rütbelinin ellerine yüzlerine bulaştırdıkları siyasi hamlelerin, TSK’yı bugüne kadar hiç olmadık ölçüde takatten düşürdüğü bir dönemde AKP fırsatı iyi değerlendirdi. Hepsi bu.
Birilerinin sadece ellerinde silah olduğu için ülkenin kaderini tayin etmesi tabii ki kabul edilemez. Bu anlamda, AKP’nin bu yılki YAŞ’ı kendisi açısından ilk elde tehdit gördüğü komutanları tasfiye fırsatına dönüştürmesinde itiraz edilecek hiçbir şey yok. Generaller oturmuş, hükümeti devirmek için beyhude bir plan yapmışlar. Malum sebeplerle (çok sayıda yazıda ordunun neden darbe yapabilecek durumda olmadığını bu köşede anlatmaya çalıştık) hayata geçirmeleri mümkün olamamış. Eh, hiçbir hükümetin bu manzarayı kollarını kavuşturup seyretmesi beklenemez. Hele ki önüne gollük pas gelmişken...
•••
Peki bu hesaplaşma, Türkiye’nin tüm yakın geçmişine yön veren darbeler, askeri müdahaleler tarihine son noktayı koyar mı? Hayır.
Nedenine gelince...
Murat Yetkin Radikal’deki 5 Ağustos tarihli yazısında kısa bir ‘flashback’ yapmış. Özetle... Demirel, 1969’da Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ı görevden alıyor, yerine gelen Memduh Tağmaç 12 Mart muhtırasıyla Demirel’i deviriyor. Yine Demirel, 1977’de darbe yapacaklarından şüphelendiği üç ordu komutanını emekliye ayırıp Kenan Evren’e Genelkurmay Başkanlığının yolunu açıyor. Sonuç, 12 Eylül. Turgut Özal 1987’de Necdet Üruğ ve Necdet Öztorun’u tasfiye edip tercihini Necip Torumtay’dan yana kullanıyor; Torumtay, Aralık 1990’daki istifasıyla Irak savaşına girmek isteyen Özal’ı durduruyor.
Mesele şu: Falanca komutanı siyasete müdahale ediyor ya da darbe yapacak diye tasfiye ettiğinizde, yerine gelenler sizin sakındığınız bütün o işleri üstleniveriyorlar. Çünkü ortada “kafası bozulan generaller”den daha fazla bir şey; dünyanın ve ülkenin gerçek muktedirlerinin yön ve yol verdiği bir kurum var. Kısacası Ali’nin yerine Veli de gelse, uluslararası ve yerel konjonktürün ‘gerekli’ ve ‘uygun’ olduğu koşullarda genellikle birbirlerinden farklı davranmıyorlar.
Askerin siyasete müdahalesi ya da darbe niyetleri - TSK’nın ‘kurucu unsur’ olarak kendisine cumhuriyetin sahibi gibi bir misyon vehmetmesinden de besleniyor ama- emperyalistlerin ve sermayenin çıkarlarına uygun yeni bir yapısal düzenlemenin ihtiyaçlarına hizmet ettiği ölçüde gerçekleşme şansı buluyor. Bugün ise buna ihtiyaç yok. Emekçilerin sosyal ve ekonomik haklarının geriletildiği; özelleştirme, vergi, kredi, tahsisat uygulamalarıyla sermayeye düzenli olarak kaynak aktarıldığı; bir yandan da toplumun yukardan aşağı devlet imkanları, aşağıdan yukarı cemaat-tarikat ilişkileri ile muhafazakarlaştırıldığı bugünün Türkiye’sinde ABD ve AB’yi yönetenlerin pek beğenip takdir ettikleri piyasacı-ılımlı islam modelinin uygulayıcısı zaten var.
Hasılı, ‘asıl oğlan’ değişti.
•••
Bir kez daha altını çizelim ve iki konuda sapla samanı birbirine karıştırmayalım.
Birincisi... Darbe niyeti taşıdıkları yaptıkları işlerden anlaşılan generallerin tasfiye edilmesine, bu işi AKP yapıyor diye karşı çıkmak tam bir saçmalıktır. Darbeci generalleri AKP’yi durdurmanın bir yolu olarak görmek devrimcilerin işi değildir. Olsa olsa dar kafalı bir milliyetçiliğin kıyısında gezen ulusalcıların işi olabilir.
İkincisi... Evet, yukarda da söyledik. Bu tasfiye süreci hayırlıdır ama “demokrasinin zaferi” gibi hayallere de gerek yok. Bu, -bilinçli bir AKP goygoyculuğu değilse- fazlasıyla saflık olur. Meseleye böyle bakmak, cumhuriyet tarihini askerler ve siviller arasındaki mücadeleden ibaret gören, sınıf perspektifini kaybetmiş bir tür liberal şaşkınlıktır. Yani, şu sıra –özellikle solda- en sık rastladığımız ‘tepesersemi’ hali...