Erhan Kaplan, pazartesi günü BirGün’de çıkan yazısında, en zengin 100 Türk’ün servetlerinin yüzde 30’unu vermeleri halind...

Erhan Kaplan, pazartesi günü BirGün’de çıkan yazısında, en zengin 100 Türk’ün servetlerinin yüzde 30’unu vermeleri halinde bunun işsiz ve yoksullar üzerinde oldukça ciddi rahatlatıcı etkisi olacağını söylüyor. Zenginlerden yoksullara gelir transferi konusu egemen iktisat literatüründe iki nedenle reddedilir: Birincisi, zenginlerin parasını kalan nüfusa dağıtınca kimseye hatırı sayılır bir şey düşmez, kalan nüfus dediğiniz sayıca o kadar büyüktür çünkü. Ve daha da önemlisi, zenginler paralarının özel tüketimleri dışında kalan kısmını yatırımlarda kullanırlar ki bunun işsizler ve yoksullara faydası zenginlerin parasını doğrudan almaktan çok daha fazladır. Bunların ikisi de iç yatırımlarla büyümekte olan ekonomilerde doğrudur. Hatta ben 4-5 sene evveline kadar zenginlere “yatırımdan sıfır vergi, yatırılmayan paraya ağır vergi” teklifinin yapılması gerektiğini düşünüyordum (teklif derken toplumsal bir talep olarak tabii). Böylece hem yatırımlar teşvik edilmiş olacak hem de bu şekilde kullanılmayan paralar vergi şeklinde geri dönmüş olacaktı.
Ne var ki şimdi böyle düşünmüyorum. Çünkü artık yatırım yapmıyorlar, daha doğrusu yapamıyorlar. Dahası Türkiye gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden birisi oldu, bunu Kaplan’ın yazısında da görebiliyoruz. Tabii bunun için en doğrusu ülkelerarası karşılaştırmalar yapmaktır ama yine de o yazı durumun vahametini ortaya koyuyor. Öyleyse sosyalistlerin şimdiki talepleri arasına “yatırıma sıfır vergi, kalanı için bildiğimiz eski artan oranlı gelir vergisi, uygulanmak şartıyla tabii” konmalıdır. Bu talebi yükseltmeli ve halka da sebebini açıklamalıyız. Tabii burada önemli bir konu gerçek, yani net sermaye stokunu yükselten yatırımların alternatifleridir. Yani özelleştirme, bankacılık, sigortacılık, yurtdışı yatırım olanakları gibi hususlardır. Ne var ki biz “devrim ve sosyalizm” tartışmasını hem de sığ bir düzeyde ve devamlı tekrar şeklinde yapmaktan kurtulamadığımızdan bu taraklarda bezimiz yok.
Bugün bir konudan daha bahsetmek istiyorum. Simon Clarke, günümüzün en önemli Marksist teorisyenlerinden biridir. Türkçe’de de bir kitabı ve birkaç makalesi çıktıydı. Ben bildiklerimin çoğunu ondan öğrendim. Şu hikâye onun önemi hakkında fikir verecektir sanırım. Onu yıllardır okuduğum için biraz da eleştirilerini görmek istedim ama çok uğraştığım halde bulamadım. Sonunda “sizi eleştiren yazı bulamıyorum. Yardımcı olur musunuz” diye yazdım. Cevap “ben de bulamıyorum” diye geldi. On yılı geçkin süredir Rus ve Çin işçi sınıfı üzerine çalışıyor. Otonom Yayınları’nın Simon Clarke’ın “Marx’ın Kriz Teorisi” kitabını yayımladığını tesadüfen fark ettim. İngilizce ilk baskısı 1994 olan bu kitap kriz konusunda bir başyapıttır. Şu anda Türkçe’deki en iyi kriz kitabı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer Clarke’ın kitabı ile boğuşmayı göze alırsanız kriz konusunda çok sağlam bir altyapıya kavuşursunuz. Hararetle öneririm.