Ankara üzerine ne görsem ilgilenirim. Ne bulsam okurum. Severim ben yaşadığım kenti. Özlerim. Yürüyecek kaldırım kalmasa da, peluş hayvan projeleri ile gülünç..

Ankara üzerine ne görsem ilgilenirim. Ne bulsam okurum. Severim ben yaşadığım kenti. Özlerim. Yürüyecek kaldırım kalmasa da, peluş hayvan projeleri ile gülünç duruma düşürmeye çalışsalar da, alışveriş merkezlerinden başka gidilecek bir yer bırakmasalar da, boruları patlatacak kadar kalitesiz bir suyu reva görseler de, havasını kirletseler de, doğalgazıyla gencecik insanları zehirleseler de, ben bu kenti severim. Her şeye rağmen, her şeyiyle...

Hep böyleymiş ama. İnanın! Hep birileri bu kentten rant elde etmeye çalışmış. Çünkü yeni bir kent, yeni kaynak demektir. Yeni kaynak da para. Para yaşamak olmuşsa eğer, o halde yaşamak için rant ve yeni kentler gerekli. Bunun için de tez elden nüfusu artırmak. Yeni, yepyeni kentler kurmak. O yüzden üç çocuk yapmalı. Beş çocuk yapmalı. Yetmez! Kapitalizm açtır. Doyma!.. Daha çok çocuk yapmalı. Çekirgeler gibi üremeli, dev mideli bir sürü olmalı. Doymak bilmez dev bir kütle. İki dev ve aç kütle, kapitalizm ve onun çocukları. Birbirlerini yemeli. Yerküreyi tüketene kadar.

Çekirgeleri gerçekten vardı bu kentin. Geçenlerde fark ettim. Ekolojinin duayeni Prof. Dr. Nihat Şişli emekli olalı neredeyse 15 yıl olmuş. Daha dün gibi anımsıyorum. Asistanlığımın ilk yıllarında, çay saatlerinde Ankara çekirgeleri üzerine yaptığı çalışmaları anlatırdı. Etlik bağlarından topladığı örnekleri, Dikmen sırtlarına çıkarken yaşadığı zorlukları...

Ankara’nın çekirgelerini ilk inceleyen bilim insanı hocaların hocası Tevfik Karabağ’dır. 1949’da yayımladığı çalışmasında kentte tam 111 tür çekirge yaşadığını saptar. Malum çekirge, çiftçilerin korkulu rüyasıdır. O zamanlar mücadele önlemleri zayıftır. Halk kerametli şeyhlerden yardım umar. Kızılcahamam’da (eski Yabanabat) halen ziyarete açık Şeyh Ali Türbesi’nin suyu parayla halka satılmaktadır. Bu su nereye götürülürse çekirgeler ile beslenen sığırcık kuşları peyda olmakta ve bu cehennem zebanilerinin köklerini kurutmaktadır. Bu konu 1891 yılındaki salnamelerde bile geçmektedir. Yani resmiyet kazanmıştır.

Sığırcık kuşları Tevfik Hoca’ya göre gerçekten de biyolojik mücadelede uygun bir türdür ve çekirgelerin amansız düşmanıdır. Bu yüzden de yasal olarak avlanmaları yasaktır. Çekirgelerin fazla olduğu zamanlarda birkaç çekirge yiyen ya da öldüren kuşun ağzı yapış yapış olur. Üzerine çekirge kanı bulaşır, kanatları kirlenir. Etrafta su bulunur ise kuşlar yıkanır ve yeniden avlanabilir. Su yok ise alandan uzaklaşır. Bu durum hemen her tecrübeli çiftçi tarafından zaten bilindiğinden tarlaların etrafına kuşlar için su bırakılır. Suyun kerameti yalnızca ‘su’ olmasındandır. Türbe suyu ile musluk suyu arasında fark olduğunu düşünen istediğini satın alır, yüzyıllardır...

Tevfik Hoca’nın döneminde cahil halk, şeyhler tarafından, eski ve saygın bir din bilgininin adı kullanılarak aldatılmaktadır. 1949’daki bilim insanları için işler daha kolaydır. Şimdi musluk suyu da paralı, pet şişe suyu da, türbe suyu da. Hangi birine ne yazalım? Halk cahil olsa ne? Olmasa ne? Çaresiz su içilecek. İstanbul’da büfelerde belli marka sular varmış yalnız, basından öğreniyoruz, sahibi belli. Büyük devlet ihaleleri de bu firmalarca alınıyor tesadüfen. Olur. İçmeyiz. İyi de musluk suyu belediyeden, eh başkanı belli. İhale belli. Sonucu belli. Yani türbe aynı türbe, şeyhler aynı şeyhler. Tekkeyi bekleyen yine çorbayı içiyor. Sığırcıklar mı? Bilmem? Epeydir görmüyoruz. Çekirgeler de yok zaten.

Halk mı? Oralarda bir yerlerde yakında seçim yapmayı bekliyor. Suyunu musluk başındaki hacıdan mı? Pet şişe pazarlayan hoca efendiden mi? Yoksa tekkedeki şeyhten mi alacağını seçecek. Ve bize yine Ankara’yı özlemek düşecek.