Neşe Düzel iki haftadır medyanın geçmiş zaman halleri üzerine röportajlar yapıyor, Taraf’ta... Geçen haftanın konuğu Dinç Bilgin’di.

Neşe Düzel iki haftadır medyanın geçmiş zaman halleri üzerine röportajlar yapıyor, Taraf’ta... Geçen haftanın konuğu Dinç Bilgin’di. Bu haftanınki ise Ergun Babahan.
“İbret verici röportajlar”, desem mi acaba, emin değilim. Konuya uzak insanlar, okuduklarında böyle düşünebilirler... Oysa son 15-20 yılını ‘bu alemde’ geçirmiş olanlar için yeni bir bilgi yok.
Lakin, bu “itirafçılık” dalgasının başka hangi kıyılara vuracağını insan ister istemez merak ediyor. Şimdilerde Ergun Babahan ile Fatih Altaylı arasında başlayan sert ve yer yer ahlaka mugayyir ‘kapışma’ya yeni isimler katılabilir. (Özellikle Altaylı’nın ilgili yazısını okuyunca “evine Haber Türk giren çocuklu ailelerin vay haline” diye düşünmeden edemedim.)
•••
Evet... Türk basınında kim MİT ajanı, kim Genelkurmay’ın adamı tartışmaları alevlenecek gibi görünüyor. Doğrusunu isterseniz, bunun çok fazla önemli bir mesele olduğunu düşünmüyorum. Hakikaten önemi yok; çünkü, ‘ana akım’ medyada –MİT’in ya da askerlerin ‘kadrolu’ elemanları dışında- bu işleri yönetenlerin ülkedeki iktidar odaklarından (dün MİT, Genelkurmay... bugün AKP hükümeti vb.) bağımsız bir yayıncılık anlayışı zaten söz konusu değil. Dinç Bilgin ve Ergun Babahan’ın sözlerinden de anlaşılacağı gibi ‘kadrolu personel’in kimler olduğu gazete patronları ve yöneticileri tarafından gayet iyi biliniyor. Onları bulundukları yerde tuttukları gibi, zamanı gelince işlerinin düşebileceği hesabını da yapıyorlar. Hasılı alan razı, satan razı!
•••
Peki, bu “itirafçılık” dalgası nerden zuhur etti? Ve niye şimdi? (Söylemeye gerek yok ki, burada bir “vay efendim şimdi bunlar nereden çıktı” tonlaması yok.)
Başbakan’ın en son devirdiği çamlardan biri, hatırlarsınız; hükümeti eleştiren köşe yazarlarını patronlara şikâyet etmekti. “Ya bunları işten atarsınız ya da başınıza geleceklere razı olun” tonunda açık bir tehditti.
Şimdi ortaya çıkıp konuşanlara ve konuşulanlara bakılırsa (biri her iki lafının birinde Başbakan’a hürmetlerini ve takdirlerini sunan Dinç Bilgin ile ekmeğini bu aralar AKP medyasından kazanan Ergun Babahan) bir tür ‘durumu dengeleme’ faaliyeti gibi geldi bana... “İtiraflarda” ağırlıkla 28 Şubat süreci ve medyanın askerler ve eski iktidarlarla ilişkileri ele alınırken, “Başbakan böyle bir gaf yaptı ama, siz bir de geçmişte olanlara bakın! Bakın da bugünlerinize şükredin” demeye getiriliyor, adeta.
Evet, 28 Şubat süreci basın tarihinin en ağır manipülasyon/provokasyon dönemlerinden biriydi. Üzerinden zaman geçtikçe ayrıntılar ortaya çıkıyor. Manipülasyonu yapanlar, buna aracı olanlar, gönüllü üstlenenler, köpürtenler, boyun eğenler... Hasılı bütün karaktersizler sahnedeki yerlerini alıyor.
•••
Peki ya bugün?
Yukarda “üzerinden zaman geçtikçe” dedik. Unutmayalım, bugünlerin de üzerinden zaman geçecek. Şimdinin muktedirleri, ikbal sahipleri ilelebet o koltuklarda oturmayacak.
Televizyon kanallarının, gazetelerin kaderinin, Başbakan’ın, hatta herhangi bir bakanın iki dudağının arasından çıkacak bir lafa bağlı olduğu günlerin hikâyesini dinleyeceğiz bu defa... Şimdi özel sohbetlerinde “hiçbir dönemde bu kadar ağır bir baskı altında kalmamıştık” diyenlerin röportajlarını okuyacağız gazetelerde...
Gerçi o zaman da şaşırmayacağız. Bunlar zaten herkesin bildiği şeyler.
Öyle değil mi?