Umduğumdan uzun bir ara oldu. Öncelikle habersiz ortadan kaybolduğum için özür diliyorum. Ancak çok haklı gerekçelerim olduğundan Evimiz Yerküre’yi...

Umduğumdan uzun bir ara oldu. Öncelikle habersiz ortadan kaybolduğum için özür diliyorum. Ancak çok haklı gerekçelerim olduğundan Evimiz Yerküre’yi hazırlayamadım.
İlk önce sağlık problemleri yazmaktan alıkoydu. Yurtdışına uzun arazi çalışmalarına çıkmadan önce bir sağlık kontrolünden geçmeyi âdet haline getirdim. Gittiğimiz yerler genellikle bildiğiniz dağ başı olduğu için doktor, hastane gibi kavramlar oldukça yabancı oluyor. Haliyle hazırlıklı gitmek gerekiyor. Tüpler dolusu kan verdikten sonra bir türlü yakamı bırakmayan ülserim başıma iş açtı. Neyse ki şimdilik iyisin dediler de Pakistan ve kısmen Güney Çin’in dağlarını kapsayan çalışmaya katılabildim. Oralarda internet ve telefon olmadığı için (benim dolaştığım yerlerde) yazmamın bir anlamı yoktu. Şimdi de Londra’dayım. Bir süre sizlere buradan yazacağım.
Açıkçası Birleşik Krallık ya da bizde daha çok kullanılan hali ile İngiltere hakkında sosyo-ekonomik tespitler yapacak durumda ve birikimde değilim.
Burada doğa tarihi müzesinde bir süre araştırmalarımı yürüteceğim.
Londra Doğa Tarihi Müzesi dünyanın en saygın araştırma birimlerinden birisidir. Halka açık olan müze kısmında dinozorlardan, böceklere, meteorlardan fosillere kadar her şeyi görmek mümkün. Tüm müzeyi dolaşmak en az bir gününüzü alır. Yeni açılan kısmı ile birlikte bu süreyi iki güne çıkartmak da mümkün. Elbette bu halka açık kısmı. Sadece araştırmacılara açık bölümlerde ise dünyanın hemen her yerinden gelen örnekleri incelemek şansına sahipsiniz. O nedenle bizler için eşsiz bir çalışma ortamı.
Avrupa hayranı olmadığım herhalde biliniyordur. Hoş bir Pakistan, bir Londra yapınca insan biraz bocalamıyor da değil hani. Diğer yandan çocuklarımız keşke eğitimleri sırasında böylesi bir müzeyi görmüş olsalardı demekten de kendimi alamıyorum.
Fosil denilen şeyin kitaplarda birer resim olarak algılandığı bir yerde biyoloji eğitiminden söz etmek çok güç. Anadolu gibi biyolojik çeşitliliğin olağanüstü noktalarda olduğu topraklarda her yanımız müze gibi olsa da bir müzecilik kültürü içinde derli toplu örnekleri sınıf arkadaşlarınız ve öğretmeniniz eşliğinde görmek başka türlü.
Buradaki çocukların böyle bir şansları var. Hem de yüzyıllardır. Hal böyle olunca Adnan Bey (hoca da diyen var) tarafından uydurulan öykülere ve cicili bicili kitaplar ile aynı elden çıkan gülünç internet sitesine aldıran pek yok.
Kavramsallaştırma eğitimde çok önemli bir süreç. Bizim bir biyoçeşitlilik müzemizin olmaması çok acı verici. Ankara’da bir milli botanik açık hava müzesi açıldı ama pek duyan olmadı. İstanbul’da bazı işadamları ve vakıfların girişimleri de var. Ancak bu tip müzeler ancak devlet gücü ile kurulup ayakta kalabilir. Dünyanın her yerinde bu böyledir.
Birleşik Krallık’ın başkenti Londra zaten böyle bir misyonu üstlenme hevesini yüzyıldır taşıdığı için bu yükten oldukça memnunlar. Müzenin benim de halen bulunduğum yeni bölümünün adı Darwin Merkezi. Yani olur ya, artık Darwinizm çöktü falan diyenlere inanıyorsanız bu vesile ile bir daha düşünün derim.
Evimin bulunduğu yer de oldukça ilginç doğrusu. Etrafımız hep kilise, banka ve devlet kurumu. Anlayacağınız değişik tip pazarlamacılar ile birlikte oturuyoruz. Parlamentonun hemen karşısında yolun ortasında çadırlardan kurulu küçük köyün mensupları dışında hemen herkes takım elbiseli mahallede. Köyün adı demokrasi köyü. Bir grup aktivist yolun ortasına yerleşmişler ve her yeri pankartlar ile donatmışlar. Kapitalizm işe yaramıyor, bizim Irak’ta, Afganistan’da ne işimiz var, Gazze’de işkenceye son verin gibi dövizler taşıyorlar. Koşup lafladım hemen tabii. Yani ne diyelim insan kendini evinde gibi hissediyor. Sonuçta Londra’nın göbeğinde sosyalistler, anarşistler ve karışık kısım aktivistler çadır kurmuşlar. Yeşiller deseniz ayrı âlem. Doğduğu hafta bir çocuğu tutup doğa tarihi müzesine getirirseniz elbette bir parça yeşil olur. Darısı başımıza, bol yeşillik dolu yıllar temennileri ile şimdilik tekrar merhaba diyorum. Yazıyı burada kesmezsem Bodrum’a tatile gidip oradan bakkalı manavı anlatan köşe yazarlarına benzemekten korkuyorum.